...Rüya yine aynı yerden başladı.
Kumsal, mor bir akşamın sessizliğiyle doluydu. Ufuk çizgisinde güneş denize batarken, suların üzerinde bakır rengi bir yol uzanıyordu. Lina, çıplak ayaklarıyla ıslak kuma bastığında, denizden gelen rüzgârın tuzlu kokusu burnuna doldu.
Ne kadar zamandır bu rüyayı gördüğünü hatırlamıyordu; sadece her defasında aynı yerde, aynı adamla karşılaştığını biliyordu.
Adam, uzaklarda, eski bir iskelede duruyordu. Beyaz gömleği rüzgârda dalgalanıyor, saçları güneşin son ışığında parlıyordu. Lina ona doğru yürüdü, tıpkı önceki gecelerde yaptığı gibi.
“Yine geldin,” dedi adam. Sesi dalgaların arasından yankılandı, sanki deniz bile onu dinliyordu.
“Yine mi?” diye sordu Lina. “Biz… daha önce tanıştık mı gerçekten?”
Adam gülümsedi. “Her gece. Ama sen her sabah unutuyorsun.”
Lina’nın kalbi hızla atmaya başladı. “Sen kimsin?”
“Deniz,” dedi adam. “Ve senin geleceğinden geliyorum, ya da belki sen benim geleceğimden…”
Birden rüzgâr sertleşti, dalgalar kıyıya vurdu. Lina’nın ayaklarının altındaki kum kayganlaştı, sahil bulanıklaştı. Adamın yüzü silinmeden önce sadece şu cümleyi duydu:
“Uyanmadan önce bana bir şey söyle — 2025’te deniz hâlâ aynı mı?”
---
Lina, çığlık atar gibi nefes alarak uyandı.
Odasında sabahın solgun ışığı vardı. Saati 07.42’yi gösteriyordu. Ter içindeydi. Kalbi hâlâ o rüyadaki gibi hızlı çarpıyordu.Son günlerde bu rüya neredeyse her gece tekrarlanıyordu. Aynı sahil, aynı adam, aynı ses.Ve her defasında “2025” kelimesi… ama bu tarih onun bugünüydü.
Kahvesini yaparken aynaya baktı. Gözlerinin altı morarmış, uykusuzluktan yüzü solmuştu.“Artık beynim de yorgun,” diye mırıldandı kendi kendine.Ama içten içe biliyordu: bu sadece bir rüya değildi.
---
O gün, İstanbul’da hava yağmurluydu. Lina bir reklam ajansında çalışıyordu; toplantılarda konuşmalar, rakamlar, grafikler havada uçuşurken aklı hep o adamdaydı.Deniz.Neden o kadar gerçek hissettiriyordu?
Akşam eve dönerken yolu bir antikacıya düştü. Vitrinde, sararmış mektuplar, eski daktilolar, paslı pusulalar vardı. Nedenini bilmeden içeri girdi. Dükkân sahibi yaşlı bir kadındı.Lina mektuplara baktı, zarfların üzerindeki mürekkepler solmuştu.
Bir tanesi dikkatini çekti — zarfın üzerinde “Deniz” yazıyordu. El yazısı… tanıdıktı. Rüyasındaki adamın yazısına benziyordu.
Kadına sordu, “Bu mektup kimin?” Kadın gülümsedi. “O, 1923 tarihli bir mektup. Sahibini bilmiyoruz. 100 yıldan fazla olmuş.”Lina’nın boğazı düğümlendi. “Açabilir miyim?”Kadın başını salladı. “Zaten kimse okumak istemiyor, alırsan senindir.”
Zarfı açtığında, mektuptaki mürekkep hâlâ belirgindi. Satırlar şöyleydi:
> “Eğer bir gün bu satırları okuyan biri olursa, bilsin ki ben onu her gece rüyamda görüyorum. Bana geleceği anlatıyor, garip şeyler söylüyor: elektrikle çalışan kutular, uçan demir kuşlar, denizden yüksek cam kuleler…Onun zamanı benden çok uzakta ama gözleri hep aynı deniz rengine sahip. Belki de rüya, zamanın unuttuğu bir köprü sadece.— Deniz, 1923”
Lina mektubu okudukça dizlerinin bağı çözüldü.Bu bir rastlantı olamazdı.“Bu bir oyun değil…” dedi kısık sesle. “O gerçekten vardı.”
---
O gece tekrar rüyaya daldığında sahil yine