Kitaplar Özellikler İletişim İndir
ILGIN
Aşk/Romantizm

ILGIN

133Beğeni
1,164Okunma
57 Bölüm
90,456Kelime
7 saat 32 dkSüre
19.08.2025Tarih
“Sen gittin, köyün yolları karla kapandı.
Aramızdan yıllar geçti, mevsimler suskunlaştı.
Gömülen sözler, yazılmamış mektuplar gibi içimde kaldı.

Şimdi yeniden karşı karşıyayız.
Ne dağlar, ne siyaset, ne de zaman silebildi seni.
Aşk bazen küllenir sanılır, oysa en çok yarım kaldığı yerde yeniden doğar.

Bu hikâye, bir köyün taş evlerinde yankılanan,
dramın ve kavuşmanın en derin sesidir…”

Bölüm 1

Güneşin parlak ışıklarını esirgemediği öğle sıcağında tarlanın bir başında bir sonunda gidip geliyordu kadın. Başında onların yöresinde halaylık diye adlandırılan örtüsü, örtünün üzerinde de güneşten onu korusun diye taktığı şapkası vardı. Çiçekli şalvarı, pamuklu ince beyaz tişörtü, spor ayakkabıları ile toprak ağası babanın kızı gibi görünmüyordu.

Onun ailesinde başörtüsü geleneksel bir örtüydü. Altına giyindiği kıyafetler çoğu kez örtüyü tamamlamazdı. Yazın kolları kısa bluzların yakası bağrı da açık olurdu. Kadın tarlaya giderken örtüsünü alırdı. Bunaldı mı çıkarır boynuna atardı. İşçilerden her anlamda örtülü kadınlar çoğunlukta olduğundan toprak sahibi olarak onlara uyum sağlamaya çalışırdı. Biraz da köylülerin lafından sözünden çekinirdi.

Köylüler bu, konuşmak için her zaman malzeme lazımdı onlara. Hele ki köydeki en büyük toprakların sahibi Galip Ağanın kızı için söyleyecekleri sözleri daha çoktu. Erkek gibiydi bir kere. Traktör sürüyor, mahsulü ofise yükletiyor, taşıyor, pazarlığı kesiyordu. İşçilerin başında duruyordu. Onların derdiyle tek tek ilgileniyordu. Erkeklerle erkek gibi konuşuyor, kadınlarla ahbap oluyordu.

Galip Ağanın tek çocuğu kızıydı. Üç hanım eskitmiş Galip Ağanın son karısından olan kızı ihtiyar adamın torunu olacak yaştaydı. Onca mal mülk nereye gitsin, el oğluna yedirecekti El oğlu olmazdı. Olsa olsa ailenin içinden, malı mülkü hiç etmeyecek birine vermek olurdu kızı. Galip Ağa da öyle yaptı. İkinci karısının yeğenine verdi kızını.

Babasının nikahı birinci karısındaydı. İkinci karısı en kıymetlisiydi. Üçüncüsü, yani tek çocuğunun annesi iki kadının üstüne kuma olmayı kaldıramayıp köye dışarıdan gelen cami imamıyla kaçıp gideli tam yirmi beş sene olmuştu. Ağanın biricik kızı annesiz kaldığında dokuz yaşındaydı.

Hoş da kızdı doğrusu. Keskin yüz hatları, uzun boyu, ince bedeni vardı. Ela gözlüydü. İnce kaşlarının altında irice bakardı yeşile çalan gözleri. Tarladaki pamuklar kadar beyazdı teni de güneşin altında kaldığından kavruklaşırdı. O kavruk tende pırıl pırıl yanardı yeşil gözleri. Utandı mı, sinirlendi mi, heyecanlandı mı yanakları pespembe kızarırdı. Dudaklarını ısırıp durur bazı zaman da kanatırdı.

Dobra kızdı. Sözünü budaktan sakınmaz, düşündüklerini içinde saklayacaksa da kimsenin ardından söylemezdi. Köydeki bütün arkadaşları çoktan çoluğa çocuğa karışmıştı. Birçoğu büyük şehirlere göç etmişti ancak yazları çıkıp geldiklerinde onu ziyaret etmeyi ihmal etmezlerdi. Çoğu da onu kocasından kıskandığından samimiyetlerini azaltmışlardı. Ancak bir tanesi hala en yakın dostuydu kadının.

Kadının adı Mihri'ydi. Güneşin yakıp kavurduğu memlekette kız çocuklarına sıkça verilirdi bu isim. Mihri, sevgi ve güneş demekti.

Mihri, yolun yüksek kısmından eteğini tutarak aşağı hoplayan arkadaşını gördü. Tarlanın ortasından Balkız'ın yanına doğru hızlı hızlı yürümeye başladı.

"Ne koşturup duruyorsun Balkız, hayır mı?" diye seslendi. Kötü