SİNEK VALESİ
Eylül
Kimine gül bahçesi serer şu dünya, kimine her yarı çakıl diken bahçesi.
Onu ilk gördüğüm gün, uzun saçları yüzüne düşmüş bir garip yaralıydı. Yaralı insanları hemen bilirim; ilk görüşte. "Kim kız bu derviş?"diye sordum bizim Meral'e. Tanımıyormuş... Birkaç kere geldiği şu barda görmüş, çalıp söylüyormuş işte. "Müzisyengillerden,"dedi Meral. "Sanatçı kızım sanatçı, senin gibi." Kendime sanatçı dediğim yoktu, daha 'yazar' denilmesine de çok alışmış değildim. Kaldı ki kendimi yazar olarak kabul de etmedim hiçbir zaman.
Bizim yaralı...
Ondan bahsediyorduk değil mi?
Sazının teline vururken her iki gözünden de birer damla yaş alan gönül vurgunu yemiş ozanlar gibiydi bizim yaralı. O gece hakkında hiçbir şey öğrenemediğim yaralı derviş benim için sıradan bir müzisyen olarak kalmadı. Hayatımın geri kalanında alakasız bir şehirde yeniden karşıma çıksa ilk seferde "Ben bunu nereden tanıyorum?"demeden şak diye hatırlardım. Öyle de yaptım, tam beş sene sonra yine bir yaz teyzemlerin yanına tatil için gittiğimde onu aynı barda, aynı sazın başında, yaraları kabuk bağlamış bir halde buldum onu.
"Kim bu adam Meral?"diye sordum bu soruyu ilk kez soruyormuşum gibi.
"Atakan," diye cevap verdi Meral. İsmi her şeyi anlatmaya yetecekti sanki onun için.
Meral benden birkaç yaş küçük olduğundan, oyunlarıma alınmak için peşimde dolaşıp duran o küçük kuzenlerden oldu benim için uzunca bir süre. Sonrasında belki biraz daha yakın olduk ancak hiçbir zaman abisi Demir kadar anlayamadık birbirimizi. Demir'le kimseyle olamadığımız kadar olabildiğimiz şeyin adı dostluktu. Ailelerimiz bunu makul görmediğinden olsa gerek defalarca yakıştırdılar bizi birbirimize. Ne zaman başkasına aşık oldu Demir, karısı da bu laflardan ötürü deli gibi kıskandı bizi o zaman vazgeçtiler yakıştırıp durmaktan.
Bundan bahsetmek için acele etmemeliyim. Demir nasıl olsa anlatılır. Hele benim şu garip dervişi eni konu bir anlatayım da dilimin pası geçsin gitsin.
"Tanıyor musun?"
"Yakınen..."diyerek çapkın bir gülüşle kıkırdadı Meral. Sevgilisi olmuş olsa bir akşam yazdığı mesajların kuyruğuna ekleyiverirdi. Son dört senedir çıktığı adamların hiçbiri bir garip derviş... daha doğrusu müzisyen değildi.
"Sesi çok güzel,"dedim olur olmaz bir mana yüklemesin soruma diye. Sonra bir his geldi kondu omzuma tiye aldı bu korkumu. Ne olur yahu yüklese dedi. Sahi ne olurdu ki?
"Çok da güzel öpüşüyor!"
Ağzıma attığım en son fıstık fazla kavrulmuş hatta yanmıştı. Ağzımın için yayıldı mı bir kötü tat? "Tüü,"dedim yüzümü buruşturup, "Yanmış!"
Duymadı beni Meral, sahnedeki dervişe bakmaya devam ederek "Çok yakışıklı değil mi Eylül?"
Bir yan bakış daha attım. Yemişim tipini,