***
Selamlaar, bu hikaye aslında yazarlığa ilk adımımdı ve kafamda ilk canlandığında lisede etüt sınıfına arkadaşları tarafından kilitlenmiş bir ergendim. Yazım dilindeki, kurgudaki hataları savunmuyorum demek bu. Ama yine de tatlış bir heves ve emek içeriyor, bir de annemin bana karşı olan tüm beklentisini. Kendisi yazmam için çook uğraşmıştır, öyle ki kafamdaki kurguları duyan edebiyat hocam sen yazma bence dediğinde bile. İnternet kafeye yarım saatlik gidip bölüm yayınlıyordum o zaman facebook'ta, öyle söyleyeyim...
Sonra işte, avukat oldum, yetmedi edebiyat öğretmeni oldum ama aklımdan yazmayı hiç atamadım. İnternette paylaşmak için de kendimi yeterli görmedim, ortalarda bir yerde kaldım hep. Artık yeter diyordum tam da, kendime biraz olsun güvenmeye gayret edeceğim. Romanika da tam o düşüncelerim sırasında hayatıma girdi, bir işaret olarak aldım şahsen.
Nabız ilk göz ağrım olmakla birlikte o yıllarda facebook üzerinden dostlar edinmeme de yardımcı olmuştu, şimdi de sizlerin beğenisine sunuyorum aynı hevesle. Yorumlarınızı bütün kitaplarımda dört gözle bekliyorum, lütfen beni gariban bırakmayınn :'))
-sör karpuz
***
NABIZ
1. Bölüm
Beni uyandıran ses, anneminki değildi. Pekala, zaten hiç annemin sesiyle uyanmamıştım. Bir çeşit motor sesiydi, biraz uzakta.
Gözlerimi aralamaya çalıştım. Daha sonra fark ettim. Burnumun üzerinde bir bez parçası vardı, atkuyruğu şeklinde topladığım saçlarımın altından bağlıydı. Ve burnumun altında da, ağzımın üstünde bir bant. Dudaklarımı kıpırdatmaya çalıştım. Acımıştı.
Tahmin edeceğiniz gibi, bir sandalyede oturuyordum. Ellerim arkamda bağlıydı. Ayaklarım da öyle.
Kendimi kuşbakışı hayal edebiliyordum. O klişe film sahnelerinden biriydi bu; sanki rüya gibi ama net bir görüntü. Kabuslarımda olabilecek bir senaryo fakat gerçek.
Olduğum yerde hareket etmeye çalıştım ve karşılığımı vücudumun yan bir şekilde yere devrilmesiyle aldım. Başımın sağ tarafı sert zemine değdiğinde beynime saplanan acıyla bütün vücudum durdu. Kalp atışlarım sekteye uğradı sanki. Düşünmeye başladım. Karanlıkta, boşluğa bakarak çok uzun süre düşündüm. Hatırladığım son görüntüler de bulanıklaştı sonunda. Kütüphaneden çıkmış eve gidiyordum sanki, güneş batmak üzereydi, o sırada mı bayılmıştım, yoksa evimin bulunduğu sokağa girebilmiş miydim...
Tekrar uyandığımda dudaklarımın üstünde bant yoktu. Ama hala yere devrik vaziyetteydim. Sağ tarafım ağrılarla kaplıydı. Bacaklarım bulunduğu konumdan dolayı uyuşmuştu. Bandı alıp nefes alışımı rahatlatan kişi, yerdeki bu berbat pozisyonumdan rahatsız olmamış gibiydi.
Klasik bir şekilde aklıma tek geleni yaptım; çığlık attım.
“Kes şunu...” dedi sakin bir ses. “Uyumaya çalışıyoruz burada.”
Ses önümden yükseliyordu, benden çok az yüksekte bir yerden. Oturuyor olmalıydı. Ses tonu bana kızdığını göstermiyordu; yalnızca gerçekten çığlığımın tizliğinden rahatsız olduğunu belli ediyordu. Her kimse, yüzünü buruşturduğunu bile