Bir ressam ve tablonun aşkıydı anlatılacak olan. Evvel zamanlarda var gibiydi ama yoktu. Kadın farkında değildi duygularının, içinde yaşarken de dışarıya sunduğunda da. Adam acemiydi ama arkasındaydı tüm hislerinin.
Beraber çıktılar tablonun ahşap çerçevesinin içinden. Zaten çok eskimişti, sineye çekilmişti tüm hissettikleri. Kaçtılar onlarda öylece, arkalarında bırakacaklarını sandılar her şeyi. Önce bir bisiklete atladılar, çiçekli yollarda tatlı tatlı esen melteme karşı çevirdiler pedalları. İskeleye vardıklarında akıllarının almayacağı büyüklükte bir gemiyle karşılaştılar. El ele bindiler gemiye ama rahat geçeceğini sandıkları yolculuk bir fırtınayla sarsıldı, geminin her yanında çatlaklar oluştu sular almaya başladı içine. Savruldular bir kıtadan öbür kıtaya. Ayrı düştüler sınanacak olan her aşık gibi, bunu bir fırsat bilip kaçtılar birbirlerinden ama kalplerine çoktan bir tohum ekilmişti.
Kalplerinde beliren tohumun hem güneşe hem suya ihtiyacı vardı yeşermek için, oysa güneş de su da küsmüştü onlara. Onlar da ölüme terk ettiler bir yeşil saksıda doğamayan çiçeği. Gel zaman git zaman çiçek inatçı çıktı. Lapa lapa yağan kara boyun eğmeyen kardelenler gibi direndi, bükmedi boynunu engeller karşısında. Yıllarca, sabırla, açacağı zamanı bekledi.
Kadın her gün özlemle besledi kalbini, ahşap çerçeveyi aylarca uzaktan izledi. Adam tek bir ışık bekledi, öylesine susuzdu ki ulaşmaya gücü yetmedi. Baktı onlar bu işle başa çıkamıyor devreye kader girdi, dayanamadı güzelim çiçeğin karanlıkta solmasına. Özenle ördüğü ağlarını teker teker çekiştirdi, en uygun anı seçti ve iplerini birleştirdi.
Doladı bir parmağına kadının ipini, sevgiyle bezedi. Aldı diğer eline adamın yumağını, yumuşak huylu olsun diyerek işledi. Şişi ustalıkla çevirdi, bir ördü iki söktü, tüm ilmekleri emeğiyle birleştirdi. Bu iki beceriksiz aşık bir daha uzak düşmesinler diye kırmızı iplerle çevirdi.
❤️