Olympus Dağı’nın zirvesinde, bulutların üzerinde yükselen tanrıların sarayı, o gün alışılmışın dışında bir sessizliğe bürünmüştü. Ancak bu sakinlik, tanrıların kraliçesi Hera için uzun sürmeyecekti. Koridorlarda yankılanan adımları, taş duvarlardan yansıyan fısıltılar gibiydi. İçinde beliren huzursuzluk hissi, onu Zeus’un odasına yaklaşırken daha da güçleniyordu. Tam kapının önüne geldiğinde içeriden gelen bir kadın sesi, içindeki şüpheyi gerçeğe dönüştürdü.
“Hera’yı mı seviyorsun, beni mi?”Bedenine soğuk bir ürperti yayıldı. Parmakları kapının kenarını sıkıca kavradı. Tanrıların kraliçesi olarak, sayısız ihaneti sineye çekmişti ama her defasında bu kadar öfkeleniyordu. Derin bir nefes aldı, içindeki fırtınayı dizginlemeye çalışarak. Fakat kapıyı hızla açtığında karşılaştığı manzara, sabrını tamamen tüketti.
Zeus, üzerinde yalnızca bir boxer varken, yatağın içinde bir ölümlü kadınla birlikteydi. Kadının çıplak teni, altın işlemeli ipek çarşafların arasında parıldıyordu. Zeus’un eli, hâlâ kadının göğsünde duruyordu.
Hera’nın gözleri öfkeyle parladı. Bu kaçıncı ihaneti saymayı bırakmıştı ama artık affetmeyecekti.
“Yine mi, Zeus? Hem de benim odamda mı?!”
Zeus, Hera’nın sesiyle irkildi. Bir an için şaşkınlık ifadesi yüzüne yayıldı, fakat hemen toparlandı. Soğukkanlılığını koruyarak ona döndü.
“Öncelikle, açıklayabilirim, hayatım.”
Hera’nın kahkahası, odada yankılandı. Acı, öfke ve küçümseme doluydu. Açıklama haksız yere suçlanin açıklaması olur.
“Ne açıklayacaksın Zeus? Hangi yatağa girdiğini mi? Yoksa benim hâlâ saf olduğumu mu sanıyorsun? Senin için ne dediklerini biliyor musun? ‘Zevklerinin kölesi olmuş, şehvetin esiri!’ İşte seni böyle anıyorlar!”
Odada ölüm sessizliği hâkimdi. Zeus, bu sözler karşısında gerilse de, kendini savunmaya çalışmadı. Yatağın üzerindeki ölümlü kadın korkuyla büzüldü, gözlerini kaçırarak battaniyeye sarıldı.
Hera, bir adım geri çekildi. Öfkesi kadar içindeki acı da büyüyordu. Gözleri yaşlarla doluydu, fakat tanrıların kraliçesi olarak ağlamayacaktı. Zeus’a son bir bakış attı ve hızla odadan çıktı.
Koridorda yankılanan çıplak ayak sesleri, sarayın her köşesinde duyuldu. Zeus’un ardından koşan sesini duyduğunda, duraksadı. Zeus Hera’nin arkasından baxsirla koşmaya başladı. Bunu gören Athena ve Hermes elleriyle yüzünü kapattı. Babaları daha ne kadar aşağıya düşecekti hiç bilmiyorlardı.
“Hera, bekle! Lütfen!”
Ancak Hera, geri dönmedi. Gözlerinden süzülen yaşlar, Olimpos’un görkemli mermer zeminine damlıyordu.Sarayın bahçesine ulaştığında, titreyen elleriyle mermer bir bankın üzerine oturdu. Gözyaşları yanaklarını yakıyordu. O sırada, gökyüzünde derin ve güçlü bir ses yankılandı.
“Ah, zavallı yavrum, gelinciğim…”
Hera, hızla başını kaldırdı. Gökyüzünden süzülen ışık huzmesi içinde, karşısında tanrıça Rhea’yı gördü. Rhea şefkatli bir anne gibi bakıyordu Hera’ya.
Zeus’un annesi, uzun zamandır uykudaydı. Ancak şimdi, gözlerindeki öfkeyle Olimpos’a geri dönmüştü.Rhea, Hera’nın yanına yaklaştı ve şefkatle elini tuttu. Hayatı boyunca asla Hera’ya sunulmayan şefkati ona sundu. Hera bir nebze olsa da anne şefkatini hissetti, yüreğindeki yara asla iyileşmeyecekti ama..
“Onun için ağlamaya değer mi?” diye sordu yumuşak bir sesle.
Hera, başını iki yana salladı. Zeus’un ihanetleri