Merhaba...
Eğer bu satırları okuyorsan, ya yolu kaybettin ya da kalbini bir yerde düşürdün. Ama korkma, Lavrinya'da adres sormana gerek yok. Çünkü burada herkes bir parçasını kaybetmiş zaten. Yani yalnız değilsin.
Kahveni al, yüreğini de biraz kenara koy. Çünkü burası, unutulmuşların, görmezden gelinmişlerin, "Bana da biri bakar mı?" diyenlerin evreni. Nasıl geldin bilmiyorum ama iyi ki geldin.
Lavrinya, hep sessiz kalanların, hep içinden konuşanların yeri. Bu satırları görüyorsan, belli ki sen de bir yerlerde unutuldun. Ve gözlerin bu evrene değdiyse... belki de Lavrinya tam da seni arıyordu.
Hoş geldin. Lavrinya seni bekliyordu.
Ve unutma... Lavrinya'da artık yalnız değilsin.
Lavrinya sıradan bir hikâyenin değil, gerçek duyguların ve derin yalnızlıkların taşıyıcısı. Lavrinya'nın karakterleri birer kurgu değil, bastırılmış hislerin vücut bulmuş halidir. Lavrinya'nın karakterleri konuşurken kelimeler değil, iç sesler konuşur. Her bakışta bastırılmış bir çığlık, her suskunlukta anlatılamamış bir hikâye vardır. Bazıları gözleriyle iyileştirir, bazıları gözleriyle yok eder. Kimi yalnızca bakar, kimi dokunur ama her dokunuş bir şeyi eksiltir. Çünkü bu evrende sevgi bile masum değildir. Birini sevmek, hafızayı yanına mezar taşı gibi koymak demektir. Lavrinya'da aşk, hatıraların en tehlikeli halidir. Ve hatırlamak... ateşe dokunmaktır.
Ben bu evreni yazarken sadece bir hikâye anlatmıyorum. Bir tür dua ediyorum. Bir zamanlar arkalarında hiçbir iz bırakmadan gitmiş insanların sesiyle yazıyorum. "Bir gün biri beni de anlar mı?" diyen çocukların, unutulmuş kadınların, sevilmemiş adamların çığlığıyla şekilleniyor bu dünya. Her karakterin arkasında gerçek bir yalnızlık var. Hepsi birimizin içinden çıkıp gelmiş gibi. Bu yüzden Lavrinya, yalnızca bir kurgu değil. Aynı zamanda içimde taşıdığım tüm unutulmuşlukların yankısı.
İlk kitabım Zehirli Cennet'te kelimelerle yürümeyi öğrendim. Orada karakterlerin arasındaki çatışmalarla, duyguların uçurumlarıyla boğuştum. Ama Lavrinya bambaşka. Burada kelimeler susuyor. Sessizlik konuşmaya başlıyor. Bu evrende çığlıklar değil, fısıltılar var. Kimi zaman hiç söylenmemiş bir teşekkür, kimi zaman bastırılmış bir ağlama sesi. Bu evrende herkes susuyor ama içlerinde bir yer hâlâ haykırıyor. Lavrinya'da karakterler sadece birbirine değil, okuyana da bir şey söylüyor. "Unutulmuş olmak, yok sayılmak kadar acıtır" diyorlar. "Ama hâlâ buradayım" diye fısıldıyorlar.
Benim için bu hikâye bir tür ikinci şans. Yazarken kendi içimdeki yaraları da fark ediyorum. Unutulmak nedir, görülmemek nasıl hissettirir, susmanın ne kadar yıpratıcı olabileceğini her satırda bir kez daha yaşıyorum. Bazen bu evrende kendi çocukluğumla karşılaşıyorum, bazen adı sevilmemiş biriyle göz göze geliyorum. Ve her defasında kalemim yalnızca hikâyeyi değil, içimdeki kırık yankıları da anlatıyor. Lavrinya'yı yazarken fark ettim ki, bazen en büyük kahramanlık görünmeden var olabilmektir. Hatırlanmasa da bir şeyi savunmak, hiç sevilmeyeceğini bile bile birini sevmek, adı hiç anılmayacak olsa da ardında bir iz bırakmak.
Bu