23.07.25
Novo Amor-Anchor | Gülden Karaböcek-Sen Evlisin 🎵
——————————————————————
Şehir, geceyi örterken biraz soğuk, biraz nemli bir rüzgarla sarılmıştı. Cihangir'in ara sokaklarından birinde, loş ışıklarıyla hafifçe titreyen küçük bir pub vardı. İsmi yok gibiydi. Kapısında bir tabela asılıydı ama harflerin çoğu silinmişti; içeriden sızan tınılar, ismini unutturacak kadar tanıdıktı zaten: eski şarkılar, eski yüzler, eski hikâyeler.
İçerisi, dışarının sertliğine inat yumuşak bir sıcaklıkla çevrelenmişti. Eskimiş kadife koltukların, cızırtılı bir pikabın, ahşap masaların ortasında kimsenin kimseye tam bakmadığı, ama herkesin birbirini az çok tanıdığı bir dünya kuruluydu.
Cam kenarındaki masada, duvara asılmış sarı renkli bir gitarın gölgesinde oturan adam gözlerini boş bir bardağa dikmişti. Koyu yeşil bir kazak giymişti, yakası hafifçe esnemiş.
Sakalları, birkaç gündür tıraş olmamış birinin tembelliğini taşıyordu. Kalabalığın içinde yalnız duruyordu; kalabalıkla ilgisiz, kendi içinde uzayıp giden bir bekleyişin ortasında.
Kapı açıldı.
Yasemin, adımını içeri attığında hafifçe ürperdi. Dışarıdan taşıdığı soğuk havayla birlikte içeriye bir tür sessizlik de doldu sanki. Üzerinde gri, kalın bir palto vardı. Boynuna doladığı bordo atkıdan hâlâ dışarının sigara, toprak ve yağmur kokusu sızıyordu.
Saçları dağınıktı, yüzü soluktu ama dikkatli bakıldığında tüm yorgunluğuna rağmen kendine özgü bir diklik taşıdığı fark edilirdi. Gözleri içeriyi hızlıca taramadı. Sadece belli bir yere yürüdü. Cam kenarında, gitarın altında oturan adamın karşısına. Hiçbir yere sapmadan.
"Merhaba." dedi.
Akif başını kaldırdı. Önce bir an durdu, sonra dudaklarının kenarındaki belirsiz çizgiler kıvrıldı. Gülümsedi demek doğru olmazdı; daha çok, eskiden gülümsemiş bir adamın, o alışkanlığı hatırlamaya çalışması gibiydi.
"Hoş geldin."
Yasemin montunu çıkardı, sandalyesini çekti ve oturdu. Birbirlerine ne kadar yakın oturduklarını ölçmek için değil, aradaki mesafeyi fark etmemek için aynı anda masanın iki ucuna yerleştiler.
İki yabancının karşılaşması değildi bu, iki eski tanıdığın ne kadar uzaklaştığını fark ettiği o kırık andı.
Garson masaya geldiğinde ne sipariş vermek istediklerini sormadı. Sadece başını eğerek masayı donatmaya başladı. Küçük bir sürahi, iki kadeh, peynir, kavun, haydari, acılı ezme ve birkaç meze daha. Belli ki bu masa daha önce kurulmuştu bu şekilde. Ezberden.
Akif şişeyi açtı. Önce kendi kadehine rakı koydu, sonra Yasemin'inkine. Doldururken konuşmadılar. Kadehler dolduğunda tokuşturulmadı.
Yasemin, şişenin etiketine göz gezdirirken Akif ilk yudumunu içti. Yasemin, elini yavaşça kadehe götürdü ama bir süre daha dokunmadan bıraktı.
"Yolda gelirken çise başladı." dedi Yasemin, sanki konuşmak için bir bahane bulmak gerekiyormuş gibi.
"Sonbaharın sonları, artık tam kış değil ama yazdan da bir iz kalmamış," dedi Akif. Sesi yumuşaktı ama içten mi yoksa öylesine mi olduğu ayırt edilemiyordu.
Bir süre sessizlik oldu. Yasemin sonunda kadehine uzandı. İlk yudumu içtiğinde gözlerini kapatmadı, ama boğazından geçen yanmayı saklamak için