Kitaplar Özellikler İletişim İndir
KİMSESİZ KENT
Distopik

KİMSESİZ KENT

3Beğeni
32Okunma
5 Bölüm
3,290Kelime
16 dkSüre
01.08.2025Tarih
"Paramparça olduğunda çoğu şeyi tekrardan birleştirebilecek gücüm olsa da, içim paramparça olduğunda nerede, nasıl dinlendiririm şu ruhumu bilmiyorum. Etrafımın, kimsesizliğime kimsesizlik katacak insanlarla çevrili olmasını hâlâ kabullenebilmiş değilim. Ve gün geçtikçe sayıları artıyor, her giden gibi, açtıkları yarayı daha da büyütmeden gitmiyorlar. Sonra, acıyı neden bu kadar çok hissettiğimden şikâyet edip; bazen kendimi de suçlamama sebep oluyorlar. Pekâlâ, gerçekten kendi kendimi kıran bensem, toparlayabilirdim de... Öyle değil mi? Her şey tahmin edilebilir olurdu. Belki de sevdiklerimin beni kırması ihtimalini tahmin edemediğim değil; tahmin etmek istemediğim içindir, bir girdabın içinde bitmek bilmeyen kayboluşlarım."

1. Bölüm

Kimsesiz kenti sis kapladığında, geriye kalan ayak izleri bir daha aynı yerden geçilmeyeceğinin farkına varmışlardı. Pantolon paçalarını o kentin çamuru kirletmeyecekti, çimenleri ıslatan damlalar göl oluşturmayacaktı. Çünkü yağmur hiç yağmamışcasına dinmişti. Birkaç damla vardı, yağmurdan kalan. Onlar da farklı yolların üzerinde olduklarından birleşemiyorlardı. Etrafı saran tüm bu kırgınlık, masum düşleri uzaklaştırıp, renklerin günden güne soluklaştığı bir hücreye atmıştı sanki. Çıkabilirler miydi şu hücreden? Küçük bir kent olmasından şikayet ederken, koskoca olmak isterken, her ikiside olamazdı artık. Acaba kendisi mi elinin tersiyle itmişti insanları? Yoksa insanlar mıydı kentten giden? Ağladığında kim sırtını sıvazlardı bir kentin? Kim saçlarını okşar, bebeklere söylenilen ninnileri söylerdi? O bebek olmasa da, en az gece uykusunda huzursuzlanan bebekler kadar sakinleşmeye ihtiyaç duyuyordu. Bomboş evlerde perdeler bile uçuşmuyordu. Rüzgar da sırtını dönüp gidenlerdendi. Ne lodosunu uğratırdı, ne ayazını... Şefkate muhtaç kedileri ve ellerinde rüzgar gülleriyle oradan oraya koşuşturan çocukları özlüyordu, bayramlarda şeker kavgasına giren, endişenin henüz yanlarından geçmediği çocukları. Gökteki yıldızları seyretme bahanesiyle, birbirilerinin gözlerinin içindeki yıldızlarda kaybolan aşıkları... Sıcaktan bunaltan yaz gününde, kıyıya vuran dalgaların sesini... Özlüyordu, özlüyordu da... Tuzla buz olmuş kalbin parçalarını toplayıp, onarmaya çalışan olur muydu? Oysa değerli vazolardan en ufak bir tehlike oluşturabilecek şeyler sakınılırdı. Geçen yılların koparılmış takvim yaprakları, okunmayıp eşyalara da sarılmamış gazete kağıtları, naylon poşetler, bira şişeleri, ayçiçeği çekirdeğinin kabukları, sigara izmaritleri, kumlara gömülmüştü. İnsanlar ellerine geçeni kendilerine ait ve sonsuz sanırdı. En büyük yanılgıları da buydu. İnsanın oyuncak ettiği ne varsa ona ait değildi. Zamanı geldiğinde, dünya da kente katılarak kimsesiz kalacaktı. Elbet insanlar dünyayı özleyecekti, ama dünyanın insanları özlemeye vakti kalmayacaktı. Kent bunları düşünürken yüzünde avutucu o buruk gülümseme oluşmuştu.
📖 Uygulamada Oku
App Store Google Play