Yılların akışı, tutuklu kalmış günler, haftalar ve aylar, tek bir anıda yer kaplar
olmuştu. Tomris gün doğumuyla kahvaltısını yapar ve bitki çantasını kaptığı gibi,
güneş doğmadan eve dönmezdi. Güneş doğudan batıya geçene kadarsa, kasabanın
ihtiyar doktorunun çıraklığını yapardı. Basit işler: ilaçları hazırla, ekipmanları
temizle, hastalar şikayetlerini doktora anlatırken kulak kesil ve teşhisi yazılı bir
kağıtla kasabanın hekimine ulaştır ve o, yorgun olduğu için basit muayeneleri yap;
gibi önemsiz çırak görevleri.
Kasabanın doktoru 20 yıl önce çok yaygın bir hastalığa yakalanmış, gün geçtikçe
hastalığı arttığından eski formunu kaybetmişti. Hastalığına ise yaşlılık deniyordu.
Zihin bir yerden sonra unutmaya başlıyordu ama zihniyet hep yerli yerindeydi. Bir
kadının doktor olabilmesi kabul edilemezdi ama kadın ikinci işleri hallederken de
görülmüyordu. Yapması gerekeni yapıyor işte. O bir kadın, doktor olamaz.
Köylüler şikayetlerini direkt onu muhataba alarak anlatmazlardı. Çünkü ne
anlardı? Tomris bu isyanını her daim bastırıyordu....
Birbirinin tıpkısı olan günleri şoka uğratan nokta Tomris'in eve dönüş yolunda
duyduğu yankılı ağlayıştı. Tenha ve zifiri karanlık sokakta duyulan çığlıklar
korkutucuydu, orada ev bile yokken bebek ağlaması sesi geliyordu. Daha kötüsü
ise o ağlayışlara çare arayan bir yetişkin yoktu etrafta. Bebeğin koca gözleri bir
çiçek gibi açılmış, ona bakan Tomris'e acı acı tütüyordu.
O gün anlayamamıştı Tomris. Acı tüten bebekten vazgeçilmişti. O ise
vazgeçememiş, bu yaralı kokuyu düzeltmeye ant içmişti. O gün tekdüzelik
bozulmuş, Tomris'in göğsüne farklı bir tohum ekilmişti. Fideleri öyle çabuk
dallanıp budaklanmıştı ki eski isyanını unutmuş yeni isyanlarla sulamıştı
göğsündeki fidanı. Niye domates yemez ki? Nasıl bir çocuk kucaktan indiği anı
hissedip uykusundan uyanabilir ki? Bunlardan öte sarmaşıklar arasında sıkışmış
isyanı se böyle masum masum bakan gözleri nasıl görmezden gelip ardında
bırakabildiler? Bu çocuk sevgi tütüyordu, yuva kokuyordu, aile vaat ediyordu.
Diğer yandan yaşlılık hastalığına yakalanan doktorumuz artık mücadele edemeyip
toz olup gittiğinde Tomris her zaman yaptığı rutini devam ettiriyordu. Değişen tek
şey artık önünde yaşlı bir paravan yoktu, herkes şifayı, dermanı kimde aradığını
biliyordu. Lakin bunu bilmek onları rahatlatacağına ürkütüyordu. Korku ise onları
akılsız etmeyi başarmıştı. 'Cadı, büyücü, şeytanlarını da al git!' Diyerek ateşe
bulanmış bezlere bağlı taşlarla eski kulübeyi haşat ettiler.
Evde korkutucu cadı yerine henüz dört yaşına yeni basmış ve annesinin bitki
karışımlarını saklamayı oyun haline getirmiş yuva tüten çocuk vardı. Anne
yalnızca beş dakikalığına, sönen sobayı tutuşturacak çalı ve kuru odun bulabilmek
için ormana inmişti. Olacaklar ise engellenememişti. Döndüğünde evini kor alevler
içinde bulmuştu daha kötüsüyse her zaman kahkahalarıyla evin duvarlarını inleten
çocuğu onu bulduğu ilk günkü gibi korkuyla çığlık atıyordu.
"Mis kokulum, oğlum.." Tomris'in çığlığı dolunaya değdi, oralara kadar ulaştı da
köylüler sağır oldu bu acıya. Tomris, son kez birini kurtarmaya çalıştı. Yanan eve
mertçe daldı. Oğlunu çıkarmayı denedi ama alevler onu da yuttu, kuruttu..
Tüm