Aylarca düşman saflarında bir gölge gibi dolaşan, vatan sevgisi ve sadakatle mücadele eden bir saha ajanı… ta ki deşifre olana kadar.
Bir gün gün yüzüne çıkan evlatlık meselesi onu hem duygusal hem de kimlik açısından zorlarken bu duruma alışmaya çalışacak olan Armağan ve ailesinin hikayesi.
1| deşifre
Başlama tarihinizi şöyle bırakın.
27.03.25
*
Aylar olmuştu. Bu kampa sızalı aylar olmuştu.
Aylar boyunca düşman kampının her köşesinde bir gölge gibi dolaşmış, her adımımı dikkatle atmıştım. Kimse beni fark etmemişti. Yavaşça, ama emin adımlarla içlerine sızdığımdan derinleşen bir güven oluşmuştu onların nezdinde. Sızdığım yerlerde neredeyse herkes beni tanıyordu ama tanıyanlar aslında hiç de doğru bir şekilde tanımadıklarını bilmiyorlardı. Umurumda da değildi. Hepsinin soyunu teker teker kurutacaktım.
Sessiz sessiz işlerini baltalayarak 3 ay geçirmiştim ama bugün o günlerden sonuncu olacağını bilmiyordum.
O gün güne yine aynı pis kokuyla uyanmıştım. Imkanlar kısıtlı olduğu için duş kaynakları da kısıtlıydı tabi. It sürüsü göçebe gibi yaşadığı için normaldi. O kadar rahatsızdım ki eve geçince domestos ile yıkamaya and içmiştim.
Önemli değildi. Bilgi toplamak, sırları almak, planlarını öğrenmek… bunlar daha önemliydi ve her şey yolundaydı. Düşmanlarımın bana karşı hiçbir şey şüphe etmediklerini düşünmek bazen ruhumu daha da hırsla dolduruyordu. Ama en çok hiçbir şeyin sürekli kalmadığını bilerek yaşamak… o düşünce içimi kemirip duruyordu.
Peşinde oldukları sonuncu eylemi de öğrenmem lazımdı. Onu öğrenip bitirecektim görevi.
Kendi odamdaydım. Elebaşlarından olan Şahin çağırmış beni. O yüzden yattığım oda -oda demeye bin şahit lazımdı- odadan çıkmış yürüyordum. Kırsal mart ayının ortasında olmamıza rağmen çok soğuktu. O yüzden şu iğrenç paçavraları kat kat giymek zorundaydık. Korkunçtu.
Eve dönünce kendimi çamaşır suyu ile yıkayacaktım. Hemde 4 kez.
Yan tarafta birkaç kişi kendi aralarında konuşuyor, biri silahını temizlerken diğeri sigarasını tüttürüyordu. Onlara bakmadan yürüdüm. Burada fazla dikkat çekmek veyahut gereksiz sohbetlere girmek istemiyordum.
Aylarca sessiz kaldım, işimi yaptım, üzerime düşeni yerine getirdim. Onlar da beni kendi pis sürülerinden biri sandı.
Ama bugün her zamankinden daha gergindim.
Bir süredir bir eylem hazırlığındaydılar. Uğraşıyordum ama peşinde oldukları eylemin ne olduğunu hala öğrenememiştim. Konuşmalara kulak misafiri olmuştum. Bazı ipuçlarını yakalamıştım ama henüz tam bir bilgi yoktu. Çözmem gerekiyordu.
Şahin’in çadırına yaklaştıkça, içimdeki gerginlik de arttı. Bir numaralı adamı gibi bir şey olduğumdan onun kim olduğunu, ne kadar acımasız olduğunu biliyordum. Bu adamın karşısına çıkan herkes bir şekilde sınanırdı. En ufak bir yanlış adımın, bir şüpheli bakışın bedeli kanla ödenirdi.
Çadırın girişinde duran iki adam başlarını kaldırıp beni süzdü. “Bekle,” dedi biri. İçeri seslendi, sonra başıyla onay verip girmemi işaret etti.
İçeri adımımı attığımda yoğun tütün kokusu ve sobanın yaydığı sıcak hava yüzüme çarptı. Şahin çadırın ortasında, eski püskü bir halının üzerinde oturuyordu. Önünde katlanmış bir harita ve yan tarafında bir bardak çay. Siyah gözleri beni inceledi kısaca.
“Elif,” dedi sahte bir dostlukla. “Gel otur.”
Benim adım Armağan’dı. İstihbarata çalışan bir saha ajanıydım. Ama onlar beni ülkesine ihanet etmiş bir terörist zannediyordu. Güya nefret