"Ayaz, saflığı değil, kırmızıyı taşır. Sokaklara düşen her damla, taşların arasına gömülmüş eski günahları uyandırır. Beyaz karın zamanı biter. Ve Moskova'ya gökten yalnızca kan yağar.
O vakit...
Sadakatiyle bilinen sürüler ulumayı keser.
Tahtların gururu kükremeyi bırakır.
Gökyüzü beyazı unutur. Kan, kar olur
Sis, gökten yağan kanın içinde kaybolur."
Yazardan
Moskova, kışın ortasında başka hiçbir şehre benzemiyordu. Gökyüzü hep gri, sokaklar hep beyazdı ama beyaz karların altında akan kanı görmek için gözlerin keskin olması gerekirdi. Ayaz, insanın sadece bedenini değil, ruhunu da dondururdu. Nefesini verince havaya karışan buhar, sanki boğazından çıkan son dua gibi hızla kaybolurdu.
Şehrin merkezinde ihtişamlı binalar yükseliyordu, ama ihtişamın gölgesi hep daha karanlıktı. Kızıl Meydan'da turistler fotoğraf çekerken, iki sokak ötede insanların gözleri bile birbirine bakmaya cesaret edemezdi. Burada kimse yüksek sesle konuşmazdı; çünkü Moskova'da kelimeler bile izlenirdi.
Gece, sokak lambalarının ışığı donmuş kaldırımlara vurduğunda şehir daha da ağırlaşırdı. Polis sirenleri duyulmaz, duyulsa bile kimse dönüp bakmazdı. Çünkü Moskova'da kimin gerçekten polis, kimin gölgelerin adamı olduğunu kimse bilmezdi.
Rusya'nın ayazını bilen herkes aynı fısıltıyla uyanırdı: üç isim, üç kader, üç lanet.
Volkilev, Krov ve Tuman.
Bu isimler sıradan çete adları değil, Moskova'nın damarlarına işlenmiş uğursuz mühürlerdi.
Volkilev.
Kurtların Aslanı.
Onların adı geçtiğinde nefesler tutulur, bakışlar yere çevrilirdi. Bir kurt sürüsünün sadakati, bir aslanın hükümdarlığıyla birleşmişti. Sembolleri geceyi yararak yükselen altın pençeli kurt başıydı. Siyah ve altının gölgesinde yürürlerdi. Onlar için sadakat ölüm demekti. Onlar için ihanet, ateşle mühürlenmiş bir mezardı.
Halk arasında şöyle denirdi:
"Volkilev'in adı geçti mi, kurtlar ulumayı keser, aslanlar kükremeyi bırakır. Çünkü gece onlara aittir."
Herkes bilirdi: Vadislav Leonid Volkov bu adın ete kemiğe bürünmüş hâliydi.
Krov.
Kan.
Sözcüğün kendisi bile insanın boğazına demir tadı bırakırdı. Onların yürüdüğü sokaklarda ayaz, kan kokusuyla ısınırdı. Liderleri Mikhail Petrov'un gözlerinde merhamet yoktu; yalnızca kazanmak vardı. Onların sembolü, kan damlasına saplanmış kara bir kuzgundu. Kırmızı ve siyah renkleriyle Moskova'nın karlarını lekelemişlerdi.
Halk arasında fısıltı şuydu:
"Krov'un adı duyuldu mu, kan çoktan akmış demektir."
Herkes bilirdi: Petrov'un gölgesinde nefes almak bile günah sayılırdı.
Tuman.
Sis.
Ne dost, ne düşman; sadece belirsizlik. Onların adı anıldığında insanlar birbirine bakar, kimin yanında olduklarını hatırlamaya çalışırdı. Sembol olarak gri bir sis dalgasını seçmişlerdi; hiçbir yüz, hiçbir taraf, hiçbir yemin net değildi. Liderleri Aleksandr Morozov masaya oturduğunda, kimin kanını akıtacağını sadece o bilirdi. Renkleri gri ve beyazdı, ama bu saflık değildi; bu, görünmezliğin maskesiydi.
Halk şöyle derdi:
"Tuman'ın olduğu yerde dostunu da düşmanını da göremezsin."
Herkes bilirdi: Sis çöktüğünde, sabahın hangi renkle doğacağını kimse bilemezdi.
Bu üç isim, Moskova'nın karanlığını bölüşüyordu. Kurtların Aslanı Volkilev, Kanlılar Krov, Sisçiler Tuman. Kimin kalbi ayaza