Sivrisinekler
Yağmurlu ve boğucu bir yaz gecesiydi. Şehir ışıkları yağmur damlalarıyla bulanıklaşıyor, sokak lambalarının altında yükselen buğular caddeyi sisli bir mezarlığa çeviriyordu. Emily, yalnız yaşadığı küçük dairenin penceresini açtı. Nemli hava odaya dolarken tek duyduğu şey, kulağının dibinde dolaşan o rahatsız edici vızıltıydı.
Başta önemsemedi. “Sivrisinek işte,” dedi kendi kendine. Ama birkaç dakika içinde vızıltılar çoğaldı. Bir değil, onlarca… Yatağın çevresinde dönüyor, sanki etrafını sarıyorlardı. Birden hepsi üzerine çullandı.
Isırıkların hiçbirinde kaşıntı yoktu. Bunun yerine, kanının damarlarında soğuk bir ateş gibi yanmaya başladığını hissetti. Panikle banyoya koştu. Aynada yüzüne baktığında, boynundaki kırmızı noktaların etrafında ince ince siyah damarların yayıldığını gördü. Kalbi hızla atıyordu.
O geceden sonra hiçbir şey aynı olmadı.
---ERTESİ SABAH İS YERİNDE
Emily işine gittiğinde ofiste herkes normaldi. Ama garip bir şey vardı: Sivrisinekler yine oradaydı. Fakat sadece onun çevresinde dönüyor, kimseye yaklaşmıyordu. Arkadaşları hiçbir şey fark etmezken Emily, onların küçük siyah gözlerinde kendisini izleyen bir bakış hissediyordu.
Her geçen gün uykusuzluk artıyordu. Geceleri uyuduğunda kulağına fısıltılar geliyordu. Vızıltı, bazen kelimelere dönüşüyor gibiydi:
“Biz küçük değiliz…”“Sen seçildin…”
Emily aynaya her baktığında daha solgun görünüyordu. Göz altları morarmış, bakışları bulanıklaşmıştı. Ama en kötüsü, göz bebeklerinin yavaş yavaş kırmızıya dönmesiydi.
Bir gece, yağmur bardaktan boşanırcasına yağarken, pencere kendiliğinden açıldı. Yüzlerce sivrisinek içeri doluştu. Emily korkuyla geriye çekildi ama onlar odanın ortasında birleşmeye başladı. Önce karanlık bir bulut, sonra ise yavaş yavaş bir insan silueti…
Uzun boylu, geniş omuzlu, keskin yüz hatlarına sahip bir adam belirdi. Tüm bedeninden gölge gibi bir aura yayılıyordu. Gözleri… kıpkırmızı, canlı bir ateş gibi parlıyordu.
Emily’nin dizlerinin bağı çözüldü. Kaçmak istedi ama bedeni kımıldamadı. Adam ona doğru yürüdü.
“Kaç gün boyunca seni izledim…” dedi derin ve tok bir sesle. “Onlar benim elçilerimdi. Küçük sandığın sivrisinekler, benim gözlerimdi. Ve seni bana getirdi.”
Emily’nin kalbi çarpıyordu. “Benden… ne istiyorsun?” diyebildi zorla.
Adam gülümsedi. Keskin dişleri loş ışıkta parladı. “Kanını. Ruhunu. Ama… sadece bu değil.”
Ona yaklaştı, nefesi tenine değdiğinde Emily’nin damarlarından geçen o soğuk yanma birden tutkulu bir ateşe dönüştü. İçinde hem korku hem de garip bir çekim vardı.
“Adım Lucien,” dedi adam.İnsanlar bana canavar dediler. Ama sen… sen farklısın. Senin kanında başka bir şey var. Ve ben seni sadece tüketmek istemiyorum. Seni istiyorum.”
Emily’nin gözlerinden yaşlar süzüldü. Kalbi hızla çarparken dudaklarından çıkan tek kelime şuydu:“Beni… neden ben?”
Lucien, parlayan gözlerini ona dikti. “Çünkü kaosun içinde bile bana yaşamı hatırlatan tek şey sensin.”
Ve o an, vampirin dudakları Emily’nin boynuna değdi. Isırığın acısı saniyelikti; ardından her şeyin yerini tarifsiz bir sıcaklık aldı. Emily, korku ile arzu arasında yanıp kavrulurken gözlerini kapattı.
Dışarıda yağmur şehri yıkıyordu. İçeride ise kan, korku