~~Prolog~~
Kütüphaneden çıkmam gerekiyordu. Eve çok geç kalmıştım. Ama çıkarmıyordum… Çünkü geldiğimden beri bir an bile dinmeyen bir yağmur vardı dışarıda. Nisan yağmurları bu hafta bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Resmen mahsur kalmıştım. İşin kötüsü yanımda şemsiyem bile yoktu. Sabah evden çıkarken aklıma bile gelmemişti almak. Şarjım da yarım saat önce bitmişti. Kimseye haber verememiştim.
Biraz daha bekleyip kaçınılmazı kabul etmeliyim diyerek çantamı toparladım, çıkışa yöneldim. Kütüphane kapısında biraz oyalandım… Belki diner diye... Ama hiç öyle bir niyeti yoktu. Saat 21.00 olmak üzereydi. Normalde bu saate kadar kalmazdım zaten ama hafta sonu kız isteme olduğu için programımı hızlandırmam gerekti.
Aşağıya inen merdivenlere yöneldim. Yağmura atıldım. Felaket bir yağmur yağıyordu. Durağa kadar yürümem gerekse kesin sırılsıklam olurdum.
“Hay ben böylesi, şansı seveyim! Allah’ım, millete şans dağıtırken ben hangi kuyudaydım da nasiplenemedim acaba?!” diye söylenerek yürüyordum. Bu havada sokakta kimse olmazdı, duyan da olmazdı nasılsa.
Koşarak birkaç adım attım ki, biri arkadan şemsiyeyle yetişti. Şaşkınlıkla durup arkama döndüm. Başımı kaldırdım… Bir çift kahverengi göz ve o gamzeli yanak…
“Ba… Barış!” dedim, kaşlarım havada, beklenmedik bir yüzle karşılaşmıştım.
Benim sesimi duyunca gülümsemesi genişledi. Gamzesi daha da belirginleşti. Ben gözlerimi onun gamzesine ve çikolata renkli gözlerine takmışken, o da iştahla dudaklarıma ve gözlerime bakıp duruyordu.
“Sen de nereden çıktın?” dedim şaşkın bir sesle.
“Allah gönderdi. Saklandığın yerden çıkmışsın, toplu şans yüklemesi yapmaya geldim,” dedi sırıtarak. Ne diyordu bu çocuk? Ne şansı, ne Allah’ı derken jeton düştü.
“Sen… beni mi duydun?” dedim utanarak.
Kafasını hafifçe salladı. Gözlerinde hâlâ o muzır parıltı vardı.
“Evet, öyle bir bağırdın ki... Duymamak mümkün değildi. O yüzden geldim. Şans getirdim işte.”
“Off, sen de görüyorsun işte. Yağmura yakalandım, şemsiyem bile yok. Şanssızlığımın ispatı gibiyim.”
“Bence şanslısın. Bak yine bana denk geldin. Hem ne tesadüf ki yanımda şemsiye de var,” dedi, tatlı tatlı gülerken.
“Sahi senin ne işin var burada? Nasıl geldin?”
“Arabayla geldim,” dedi, gülüşü iyice muzipleşmişti.
“Onu sormuyorum! Neden geldin buraya?”
“Seni merak ettim. Sabah mesaj attım, cevap gelmedi. Aradım, telefonun kapalıydı. Ortak bir tanıdığımız da yok ki sorayım. Sonra içime bir sıkıntı düştü… Dedim bir ihtimal kütüphaneye bakayım. Gelince kapıdan çıkarken seni gördüm.”
Şok geçirmiş gibiydim. Gerçekten... Sırf beni merak ettiği için mi buraya gelmişti? Bu saatte, bu yağmurda?
“Neden öyle bakıyorsun? Telaşlandım işte. Ne yapayım ortak bir tanıdığımız da yok, kimseye de soramazdım. Şansı mı denemek istedim. Senin aksine ben fazlası ile şanslı bir adamımdır." dedi göz kırparak.
Pek alışık olduğum bir davranış değildi bu. Yine de hoşuma gitmişti.
“Meraklandırdığım için üzgünüm. Şarjım bitti, aileme bile haber veremedim daha. Çok geç kaldım, kesin merak etmişlerdir. Gitmem gerek,” dedim telaşla.
Yağmur deli gibi