━━━━━
"... işte, bu yüzden kimliğini gizli tutuyor. Bugünkü sergide dikkat et, orada olmasına rağmen kimse onu fark etmeyecek." Dedi Doruk.
"Hiç kimse mi?"
"Hiç kimse."
Doruk ve yakın arkadaşı Bora mutfağın ortasındaki ada tezgâhın önünde yan yana oturuyor ve konu başlığı Asel olan bir sohbet gerçekleştiriyordu ki bu, bendim. Biraz önce Bora'nın çok merak ettiği soruyu cevaplayan Doruk, benim kimliği gizli bir ressam oluşumun sebeplerini sıralamış ve bunun çoğunlukla içe dönük karakterimden kaynaklandığını açıklamıştı.
Bu sırada da ben, yani sohbetlerinin öznesi, tezgâhta çay ve atıştırmalıklar hazırlamakla meşguldüm. Bora'nın Japonya seyahatinden getirdiği geleneksel kiraz çiçeği çayını demlemek üzere kurutulmuş pembe çiçek tanelerini cam demliğe koydum, sıcak su ekledim. Bu süreçte konuşmaları dinlerken düşünce akışım konuya göre yön değiştiriyordu.
"Yaptığı resimlerle bu kadar ses getiren birinin gizli kalabildiğine inanamıyorum. Asel, bunu nasıl başardın?" Bora'nın bana hitap ettiğini duyduğumda, kararsız bir baş sallamasıyla gözlerimi etrafta gezdirirken cevabımı düşünmeye başladım.
Bu başardığım değil yapmak zorunda kaldığım bir şey, demek istiyordum. Geniş çevrelerce tanınmak ve genç yaşta hedeflerini yakalamış olmak sanatçının üzerinde bazı yıkımlara sebep olabiliyordu. Köşemde huzurla sevdiğim şeyi yapabilmenin tek yolu bu gibi görünmüştü en başında. Üstelik medyanın yansıttığı kadar başarılı olduğum söylenemezdi. Resimlerimin yalnızca kısa bir süredir sergilenmesine karşın ülkenin sanat gündeminde kalıcı bir yer edinmiş olmam olağanüstü bir yeteneğin sonucu değil, evrenin yıllar boyunca benden esirgediği şansı bu zamanda bahşetmeyi tercih etmesi yüzündendi. En azından ben, durumu böyle yorumlamaktan hoşlanıyordum.
Tüm bunları kısa bir cevaba dönüştürmenin yolunu ararken Doruk sayesinde konuşmama gerek kalmamıştı. "Hayatına kimseyi almazsan kimliğin olduk olmadık yerlerde açığa çıkmaz." Dedi. "Asel bu gizliliği, kimseye güvenmemesine borçlu. Ayrıca takma isim kullanıyor, Aloysia adıyla biliniyor." Bunu söylerken yersiz bir gururla alay ifadesi takınmıştı Doruk.
"Anladım... Seçtiği isim de kendisi kadar duru ve yalın geliyor kulağa." dedi Bora, geldiğinden beri üzerinden atamadığı gerginliği yatıştırmak üzere dudaklarından zoraki bir kıkırtı dökülmüştü. Tam önümde, işitme menzilimde olmasına rağmen benimle bir iletişim köprüsü kurmanın zorluklarıyla yüzleşiyor, nasıl yaklaşması gerektiğini kestiremiyordu. Yine de devam etti. "Bu kadar izole bir hayat... Sıkıcı olmuyor mu?"
"Oluyor tabii ki de." Diye cevapladı Doruk, yine benim yerime. "Üniversiteden ayrıldığından beri yeni biriyle tanışmadı bile, sana öyle söyleyeyim."
Bir buçuk yıl önce üniversiteden kaydımı sildirip okulu kalıcı olarak bıraktığım günü dün gibi hatırlıyordum. Güzel Sanatlar Fakültesinde üçüncü yarıyılımı tamamlamak üzereyken ani bir kararla her şeyi bırakıp soluğu, İstanbul'da yaşayan Doruk'un yanında almıştım. O noktaya kadar çok yakın kardeşler olduğumuz söylenemezdi, başımız sıkıştığında kapısına gittiğimiz kişiler değildik birbirimiz için. Ancak o sıralar, kurtarılmaya ihtiyacım vardı ve kimse gelmemişti. Bu yüzden ben gittim, durumum