"Bu yolların sonu hasrete çıkar
Çok uğraştım seni döndüremedim... "
https://www.youtube.com/watch?v=gdrxImbwcr8
-------------🌸💕🌸💕🌸💕🌸💕🌸-----
Genzini bir benzin gibi yakan duman bulutu hızla soluk borusunu talan ediyordu.
Göz pınarlarındaki kavurucu yanma ve batma hissiyle birlikte gözlerini başka noktaya sabitlemek istiyordu. Bakışları tek yöne mıhlanmıştı, kendi göz kapaklarının ihanetine uğramış gibiydi ve belirli bir noktadan çekemediği gözleri rahatsızlık verici bir şekilde tanımadığı yabancılara değmeden edemiyordu.
Sanki bitmemesi gereken topraklarda baş vermiş bir çiçek tohumu gibiydi. Kendi kabuğunu kırıp toprakta filizlenmek istedikçe üstüne tokat gibi inen ayaz yapraklarını kesip atıyordu.Bu köyde ciğerine hava solumaya başlayalı epey kısa vakit olmuştu. Hayatı boyunca kaldırım taşları ve asfaltarda yürümeye aşina ayakkabıları ilk defa balçıklı,irili ufaklı bozuk yollarda adımlamıştı. Şehrin ışıklarının gürültülü yorgunluğu burada hiç var olmamış gibiydi.
Sanki dağların en tepesinde kimseler gelemesin ,gelen de bir daha geri dönemesin diye kendini doğuran kuru topraklardan ibaretti burası. Toprağı ayazla ve yoklukla nefesi ise keder ve hiçlikle yoğrulmuştu. Alev hala arabasının aracın camından yavaşça etrafı süzmeyi sürdürüyordu. Evin biri kerpiçten, öbürü yıkılmak üzere taştandı. Çatılarda kiremit eksikti, bacalar isten kara bir baht gibi kararmıştı.Göz gözü görmezken bile herkes birbirinin yoksulluğunu tanırdı.
Kimse hızlı yürümezdi burada. Zaten nereye gidecekti ki ? Her yer birbirinin aynısı gibiydi ve zaman burada akmayı bırakmıştı.
Köyün çocukları bile yetişkin ruhlara sahipti adeta çocuk bedenlerine hapsedilmiş yaşlı ruhlardı. Üstlerindeki kaynamaktan sünmüş süveterler kim bilir kaç gövdede daha eskimişti.Kol kenarlarında akmış ve kurumuş sümükler olmasa yetişkinlerden hiçbir farkları da yoktu. Oğlanlar tez yetişmiş birer küçük adamdı,sırtlarına yük bağlıyor eşşeklerine ve el arabalarına saman balyaları sırtlıyordu. Ufak bir çocuğun yapmaması gereken ağır işleri "of" bile demeden hallediyordu. Köyün kızları ise annelerinin birer minyatürü gibiydi. Hiç çocuk olamayan küçük kadınlardı.
Alev arabasının camını biraz araladı. Havanın soğukluğu içeri dolmuştu kuru ve keskin bir bıçak gibi yüzüne sertçe esen kış rüzgarını içine tekrar çekti. Motorun uğultusunun arasında, dışarıdan gelen başka bir ses daha vardı.Yanık kokusuyla karışan,ekmek hamurunun közle buluştuğu çıtırtı sesleri etraftan yükseliyordu.Köyün girişinde, taş bir duvarın ardında diz çökmüş birkaç kadın vardı. Toprak yerde oturuyorlardı. Üzerlerinde eski, solmuş şallar ağız ve boyunlarını örtüyordu. Kadınların esmer,çıkıntılı kemikli elleri yoğrulmuş hamurla kaplıydı. Biri hamuru açıyor, biri tandırın duvarına yapıştırıyor bir diğeri pişmiş olanı minderle çıkarıp bir örtünün içine sarıyordu.
Kadınların etrafında koşturan çocuklar vardı. Ayakları çıplak ya da bir numara büyük terliklerle çamura bata çıka yürüyorlardı. Biri, tandır başındaki annesinin bacağına sarıldı. Kadın ne başını çevirdi ne de elini uzattı. Hamuru yoğurmaya devam etti.Belki de ekmek pişirmek, çocuk sevmekten önce geliyordu bu köyde. Hayat devam etmeliydi