Hayatta kalmaya çalışan Lia, karşılaştığı her zorlukta biraz daha yıpranıyor, adeta genç yaşında yaşlanıyordu. İçindeki umut her geçen gün biraz daha sönüyordu. Babasıyla yaşadığı sorunlar, zamanla kalbinde derin yaralar açmıştı. O yaralar öyle büyümüştü ki, Lia kendini bir uçurumun kenarında buldu. İntihar, ona bir kaçış gibi görünmeye başlamıştı.
Ama en çok canını yakan, babasının onu anlayamamasıydı. Üstelik onun çöktüğünü bile bile, sadece kendi çıkarları uğruna Lia'yı başkasıyla evlendirmek istemesiydi. Çünkü düşman şirketteki adamla yapılacak bu evlilik, babasının iş dünyasındaki gücünü arttıracaktı. Kızının hayatı mı? Hiçbir önemi yoktu.
Bir gece, odasında pencere kenarında otururken, gözleri dalgın, zihni karışıktı. Kendi kendine fısıldadı:
"Ben onun kızı değil miyim? Neden bir şirketin menfaati, benim hayatımdan daha kıymetli?"
O an bir karar verdi. Bu oyunu bozacak, ona sadece bir piyon olmadığını gösterecekti. Lia, zekâsını ve sabrını kullanarak babasına büyük bir oyun oynadı. Adım adım planını uyguladı, kimse ne olduğunu fark etmeden...
Ve bir gün, babası her şeyi öğrendi. Şirket içindeki dengeler sarsılmış, planları alt üst olmuştu. Öfkeyle ofisinin camlarını yumrukladı. Ama aynı zamanda içini derin bir pişmanlık da sardı.
Kızına zarar vermek istemiyordu, ama artık geri dönüş yoktu.
"Ben ne yaptım..." dedi kendi kendine. "Kendi evladımı bir kazanca feda edecek kadar kör müydüm?"
Fakat Lia'nın içindeki çocuk çoktan susmuştu. O artık hayatta kalmaya çalışan bir kız değil, kendi hayatının kontrolünü eline alan bir kadındı