ön söz
Hayat, bazen en parlak ışıkların ardına gizlenen gölgeleri fısıldar. Ela'nın ela gözlerinde parlayan umut, Zeynep'in ruhundaki saf neşe ve Elif'in dingin duruşundaki kırılgan zarafet... Onlar, henüz dünyanın acımasız fısıltılarından bihaber, kendi küçük cennetlerinde dolaşan üç masum kelebekti. Kalpleri sevgiye, güvene ve sonsuzluğa açık. Ta ki cehennemin kapıları, en cilalı gülüşlerle aralanana dek.Enes'in baştan çıkarıcı karizması, Oktay'ın tehlikeli çekiciliği, Ali'nin soğuk cazibesi, Yusuf'un kurnaz zekası, Mustafa'nın manipülatif fısıltıları ve Emre'nin ardında bıraktığı yıkım... Bu altı suret, zihinlerinin karanlık dehlizlerinden süzülen birer yılan gibi, kızların berrak sularına sızdı. Önce en masum gülücüklerle, en tatlı sözlerle, en kusursuz vaatlerle girdiler hayatlarına. Onların dünyalarını bir peri masalına çevirecek gibiydiler; oysa her fısıltı bir zehir, her dokunuş bir zincir, her vaat bir yalandı.Kızlar, altı yalanın ve üç gerçeğin ortasında savrulurken, kalpleri aşk sandıkları bir illüzyonla parçalandı. İnançları sarsıldı, ruhları karardı, gülüşleri donuklaştı. Gittiklerinde, ardlarında sadece moloz yığınına dönmüş hayatlar, solmuş hayaller ve iyileşmeyecek yaralar bıraktılar. Onlar, geride kalanları umursamadan, sanki hiç var olmamışlar gibi çekip gittiler.Peki ya geride kalan o üç masum ruh? Ela, Zeynep ve Elif... Onlar, altı cehennem varlığının ellerinde darmaduman olan hayatlarının küllerinden yeniden doğabilecekler miydi? Yoksa yalanların ve ihanetin acısı, onları sonsuz bir geceye mi hapsedecekti? Bu, kaybedilen masumiyetin, yakılan köprülerin ve belki de intikamın hikayesiydi. Altı yalanın ve üç gerçeğin arasında, hayatlarının en büyük sınavıyla yüzleşeceklerdi.