Dam üstünde buğdayım
Sereyim kurutayım
Senin gibi güzeli
Ben nasıl unutayım
***
Sevda her zamanda güzeldir. İster şimdiki sevdalar ister yüzyıl önceki sevdalar... Seven de sevilen de aynı şeyi şeyi hisseder. Ne bir gram az nede çok... Sevdanın yolu bir başkadır. O yolu sen belirleyemezsin. O yulunu bulur zaten. Sen itiraz etsende kabul etmesende değiştiremezsin yolunu...
Yıl 1913 Temmuzun 18'i
Öğlen çoktan geçmiş, gün en hararetiyle ovayı yakıp kavuruyordu. Kolunun yeniyle alnında biriken teri sildi. Heybeden mataraya uzanacak oldu çabucak vazgeçti. Saatler önce bitmişti suyu. Yandı kavruldu delikanlı. Atın gemini çekip durdurdu. Elini alnına siper edip baktı önünde yılan gibi kıvrım kıvrım uzayıp giden toprak yola. Daha yolu vardı. Atı bir ahlat ağacının altına çekip bir kaç saat dinlenmeyi düşündü ama çabuk çaydı bu düşünceden. Olmazdı, Hatice Abla'sının gözünü yollarda koymak olmazdı. Hem dinlendirdikce susuzluğu da geçmezdi aksine habire artardı. Bunun bilincinde delikanlı atın böğrüne topuğu ile dokundu. At biraz huysuzluk edecek gibi oldu ama Hüseyin yaman bir biniciydi, ustaca yönlendirdi atını.
Daha yirmisine yeni girmişti. Boyluydu Hüseyin. Bakanın bir daha bakmak isteyeceği türden... Bir çehresi vardı ay gibi, konakladığı pınar başında ki kızların akıllarını başlarından alacak derecede yakışıklıydı. Kim görse hayranlığını söyleyemesede hareketleriyle belli ederlerdi. Bu durum Hüseyin'in gururunu okşasada pek üstünde durmazdı. O herkesin ilgi odağı olsa da kimse onun ilgisini çekmezdi.
Şimdi ise Turhal 'dan bu sıcakta sırf Artuva'nın Ballıkaya Köyü'ndeki bacısı gözünün nuru Hatice Abla'sını görmeye gidiyordu. Ama bin pişman bacısını görmeye gittiğinden değil, kavurucu sıcak tepesinde, tek bir yaprak dahi kıpırdamıyor, esen rüzgârın esintisi bile sıcak sıcak yüzüne vuruyor. Atıda ara sıra huysuzluk edip rahatsızlığını belli ediyordu. Hayvan da susuzdu çok görmedi bu sebepten Hüseyin. Atın boynunu okşadı, yelelerini büyük bir şefkatle okşadı.
"Az kaldı oğlum, az daha sabret. Bağlayacağım seni çeşmenin başına, kana kana içersin buz gibi suyu amma daha yolumuz var. Sabır küheylanım..."
Bir kez daha topuğun atın böğrüne dokundurdu. Komutu alan hayvan dört nala toprak yoldan uçarcasına koşmaya başladı. Tekrar dokundu hayvanın yelesine Hüseyin, "Aferin oğlum, ha gayret!'
Ah bir pınara varsa bitecekti bu namert susuzluk. Ne kalmıştı ki köye, bitecekti bu azap. Ablası geldi aklına, tepsiler dolusu yemekler hazırlamıştır, testi dolusu ayranı da salmıştır kuyuya... Bir güzel iştahı kabardı Hüseyin'in düşündükleriyle.
Kuş Tepesine ulaştığında yolun sağında solunda ki tarlalar başak vermişti. "Gelmiş,"dedi. "İrgatlığın zamanı erken gelmiş buralara." Ova köydü Ballıkaya Köyü. Bahar erken gelir, yazlar kurak gecer, kışlarıysa felaket soğuk olurdu. Tepenin başında durdurdu