Bölüm 1: Sessizliğin Hüznü
Asel için o dönem, hayatının neresinde başladığını tayin etmek güçtü. Sanki ruhunun atlasında işaretlenmemiş bir coğrafyaydı o günler. Önceki o deli dolu, her şeye atılmaya hevesli, sözcükleri bir çağlayan gibi akan Asel silinmişti. Yerine, iç dünyasının labirentlerinde sessizce dolaşan, etrafındaki renkleri ve sesleri uzaktan seyreden bir başka suret belirmişti.
Bu ani sükûnetin ne zaman ruhuna sızdığını, nasıl o canlı enerjisini emdiğini kendisi de bilmiyordu. Bir zamanlar bulunduğu her ortamı neşelendiren, enerjisiyle etrafındakileri de harekete geçiren o ışıltılı genç kadın, şimdi kendi düşüncelerinin derin vadilerinde kaybolmuş, sessiz bir gölge gibiydi. Çevresindeki insanlar, özellikle de yakın arkadaşları, bu gözle görülür değişimi ilk fark edenler olmuşlardı. Gözlerindeki o meraklı, sorgulayan bakışlar, aralarındaki fısıltılar, Asel’in ruhunun aynasında beliren endişeli yansımalardı. "Asel'e neler oldu?" sorusu, görünmez bir bulut gibi onların zihinlerinde asılı kalmıştı.
Oysa Asel de bu sorunun cevabını bilmiyordu. Belki de ruhunun derinliklerinde biriken, uzun süredir bastırdığı yorgunluk nihayet kendini göstermişti. Modern hayatın o amansız koşturmacası, sürekli bir beklentiye yetişme çabası, ruhunu adeta bir girdapta savurmuştu. Belki de her şeyi bir kenara bırakıp, sadece kendi iç sesinin o narin fısıltılarını dinlemek, kalbinin ritmine kulak vermek arzusundaydı. Sessizliğin o dingin ve huzurlu atmosferinde kaybolmak, ruhunu dinlendirmek, belki de en derin özlemi buydu. İçine kapanmanın, düşüncelerinin kıyısında demirlemenin, sadece kendi varlığıyla baş başa kalmanın vakti gelmişti belki de.
Evet, o an gelmişti işte. Tıpkı bir şairin zihnindeki o karmaşık, henüz şekillenmemiş düşüncelerin, ilahi bir ilhamla berraklaşıp anlamlı, ruhu okşayan kelimelere dönüştüğü o sihirli an gibi. Tıpkı kışın o soğuk ve kasvetli günlerinin ardından, baharın müjdesiyle birlikte, toprağın derinliklerinde sabırla bekleyen bir tohumun, en sonunda o muhteşem, rengarenk çiçeğe dönüşerek dünyaya gözlerini açtığı o mucizevi an gibi. Tıpkı zamanın sadık bekçisi olan yelkovanın, bir sonraki saatin dingin başlangıcını işaret eden akrebe usulca yaklaşıp o anı tamamladığı o kesin ve kaçınılmaz an gibi. Asel de o "gibi"lerden biri olmalıydı belki de. Kendi iç dünyasında, farkında bile olmadığı derin bir metamorfoz geçiriyordu, tıpkı doğanın o muhteşem ve döngüsel ritmi gibi.
Gönlünün en derinlerinde, tüm bu belirsizliğe, bu içsel karanlığa rağmen, sönmeyen, inatçı bir umut kıvılcımı parlıyordu. Belki de bu yeni sessizlik, bu içe dönme hali, uzun zamandır ruhunun derinliklerinde aradığı o tarifsiz şeyi bulmasına yardımcı olacaktı. Ta çocukluğundan beri kalbinin bir köşesinde tanımlayamadığı bir özlem, bir arayış vardı. Ne aradığını bilmemek ise ruhunu kemiren, zihnini yoran büyük bir işkenceydi. Sanki sonsuz bir labirentin karanlık, çıkmaz dehlizlerinde el yordamıyla bir çıkış arıyordu. Her yeni dönemeçte bir umut ışığı beliriyor, ancak kısa