Ürkekçe etrafına bir göz gezdirdi kimsecikler yoktu. Sevindi hemencecik. Zaten Ramazan'ın bunaltıcı sıcağında aklından zoru olmayanın çıkacağı da olmazdı. Bir ben, diyiverdi düşündüklerine... Güldü hemencecik, yanağının iki tarafına yerleşti iki minik çukur. Çok düşünmeye değer görmedi zaten ensesine bulgur savururken savrulup yakan saman çöpü mü yoksa bulgurun kepeği mi bilemediği her neyse yakıyordu bir zamandır. Eli iki kez gitti ensesine, kaşıdı şöyle bir. Yoktu canını yakan, tatlı tatlı kaşınma isteğine karşı koyamadığı şey. Yalınayaklarıyla damın ucuna kadar yürüdü. Tam uçta duruyordu. Şöyle bir aşağı baktı harmanda kimse yoktu, yukarısı da öyle. İçi rahatladı bir nebze. Ahırın köşesi yolun kıvrımlı yeriydi bir orayı göremedi. Nedense pek emindi güneşin en hararetli olduğu bu vakitte yanlız olduğuna.
Yüzünü yalayıp geçen sıcacık yele döndü, usulca uzandı tek kanat başına attığı al yeniye. Çekti başından aldı artık avucunun ucunda sallanıyordu dudağının kırmızısıyla yarışır renkteki yemeni. Şöyle bir inceleyecek oldu yemeniyi, gözleri ahırın köşesindeki yolu takip etti bir anlık, hay bakmaz olaydı! Şaşkınlıktan ağzından kedi miyavlamasına benzer sesler çıktı. Oysa ki ne de emindi yanlız olduğuna.
Elleri ardından rüzgarla savrulan yemeniye mi şaşırsın yoksa gördüğü oğlanın ay yüzüne mi şaşırsın bilemedi. Neydi bu Yarabbi? Analar neler doğuruyormuş meğer! Kimdi bu ay oğlan, kimin nesiydi? Sahi hayal miydi düş müydü gördüğü? Köyünde böyle yiğit vardı da onun mu haberi yoktu? Ah nereden bilebilirdi ki pek öyle evden çıkabilen biri değildi. Çıksa da hep başı önde yanında anası, ardında ağası olduğu halde çıkardı. Ağasının korkusuna başını kaldırıp sağında solunda ne var göremezdi. Yanından geçtiği erik ağacından bir kuş ötse, anam bu ne kuşuymuş ola deyip bakamazdı. Bir yerde harıl harıl çalışan karıncaları bilirdi onların ne hamarat olduklarını, cüsselerinin de üzerinde ağırlıkları büyük bir maharetle nasıl taşıdıklarını... Seyretmesi için çokça nedeni olmuştu Asiye'nin zira yürürken başını kaldırıp etrafına aval aval bakması Haydar Ağasının hoşuna gitmezdi. Anında paylar, 'Önüne bak yoksam alırım bir iyice ayağımın altına,' demesi işten bile değildi. Bazen yanılgıya düşüp sadece meraktan bulutlara baktığında, anında kürek kemiğine sert bir darbe alıp ne yapması gerektiğini bildirdi. Eskiden yani çocuklukta aklı ermezdi ama gül goncası gibi gün günü serpilen boyu, her an değişime hasret vücutunun belirginleşen hatları nedeniyle anlıyordu sebebini. Ağası bir nevi onu koruyordu. Arsız kokuşmuş laflardan, kokuşmuş nefislerden... Böyle düşünmek yüreğine çöreklenen kasfeti birazcık azaltıyordu. Gönlü isterdi ki akranı kızlar gibi güle oynaya çeşmeye gitsin, herkes gibi Davar Ağılında koyunlarını sağsın ama toplum içinde o tebessüme hasret gül yüzüyle... Yunahta gönlünce çamaşırlarını yıkayıp, düğünlerde gittikçe hep