Onunla kaldığım süre boyunca sadece tek bir isteğimi reddetmişti. Ona olan saklı arzumu…
“İsteğin günahkar bir zevk… Başını döndürecek, aldığın her bir nefeste seni hazza boğacak olan bir zevk ama bunu benimle isteme küçük savaşçı… Bu günahına ortak olmak için ben fazla…” bakışları dudaklarıma inip takılı kalmıştı. Tahmin edebiliyordum ne düşündüğünü, kendini ne kadar kirli hissettiğini… İkimizin ortak bir sırrı vardı. Onun, benim bilmediğimi sandığı bir sır ve ne yazık ki, bu sırda kirli olan bendim o değildi.
“Her neyse zaten güzel bir hayatın asla olmayacak. Her şey son bulduğun da varlığım koca bir yokluk olurken sen bu lanet dünyada kendinle kalacaksın.” Zümrüt yeşili gözlerini kapatıp kaşlarını çattı her zaman ki gibi ve devam etti.
“Ne demiştim maskeler! Sana yaptığım en büyük iyilik çıkarıp değiştirmen gereken birçok maske yerine tek bir maske vermekti. Asla unutma yüzüne taktığın şey kusursuzluk olacak ve ben kalan ömrümde, senin bunu en güzel şekilde taşıyacağını bilerek gururla yok olacağım…”
Biriyle ne kadar çok şey paylaşırsanız ruhunuz ona o kadar tutsak olurmuş. Biz intiharlarımızı bile paylaşmışken altı yıl sonra hala yerde olan yatağımın içinde yüzüm kapıya dönük onu beklemem normal değil mi? Tüm o zamanlar zihnimde dolanırken ben aslında delirme eşiğini çoktan kaybetmiş sadece tek bir şey için yaşar olmuştum ondan geriye kalan.
Aşk?
“Size aşık olmuş olabilir miyim?” işte bu benim ona itirafımdı, onun açısından ise…
“Sadece hastalıklı zihnin beni güvenli bölgeye aldı ve şimdi de aşk kavramıyla seni manipüle etmeye çalışıyor.”
“Gerçek olup olmadığını nasıl anlayacağım?”
“Yok olduğum da…”
Sonra yine mırıldanmıştı ‘Hala çalacak mısın geri kalan hepimiz öldüğünde?’ Opera’nın Hayaleti filminden en sevdiğimiz alıntıyı yaparak…
Ve gerçeği onun ölümüyle bulmuştum… Hayat ise hepimiz ölsek bile bir müzik kutusu gibi çalmaya devam etmişti…