"Çürüme” yalnızlığın, suçluluk psikolojisinin ve geçmişin hayaletleriyle hesaplaşmanın derinliklerine inen bir yolculuk sunuyor. Başkahraman Ivan Boris, içsel çatışmalarının pençesinde yaşayan bir adamdır. Onun için dünya, adaletin zayıf kaldığı, karanlık bir yer. Ailesinin esrarengiz ölümleriyle başlayan bu karanlık hikâye, Ivan’ın geçmişine dönerek, gerçeklerle yüzleşmesini ve bu trajediye anlam vermeye çalışmasını anlatır. Bu kitap, insan zihninin karmaşıklığını ve suçluluk duygusunun bireyi nasıl şekillendirdiğini derinlemesine inceleyen bir hikâye. “Çürüme,” kaybedilen masumiyetin ve çözülemeyen sırların izinde bir psikolojik gerilimdir.
Bölüm 1
Gök gürlüyordu. Ivan Boris, derin uykusundan güç bela uyanmıştı. Bugün anne babasının ölüm yıl dönümüydü. Mezarlığa gidecekti. Tören öğlen saat 1'de gerçekleşecekti; geçen sene olduğu gibi, kiliseden birkaç papaz gelecekti. Sonrasında kilisede yemek dağıtımı yapılacaktı. Uykusundan tam anlamıyla ayılmak için bir fincan kahve yaptı. Sonra siyah kumaş pantolon ve siyah gömlek giydi. Tören için hazırdı. Son olarak odasından gümüş yüzüğünü de alıp parmağına taktı.
"Arkadiy! Arkadiy! Uyan, törene geç kalacaksın! Uyansana! Gece uyumazsan, sabah kalkamazsın tabi," diye bağırdı Ivan. Arkadiy, yatakta bir ölü gibi hareketsiz yatıyordu. Ivan, paltosunu giydi, şemsiyesini aldı ve evden çıktı.
Anne babası, şehrin önde gelen zenginlerinden biriydi. Babası, ölmeden önce şehrin sahiline yakın bir yerde üç katlı bir bina satın almıştı. Şehir halkı arasında "eli bol" diye anılırdı; yardıma muhtaç insanlara sürekli yardım eden bir ailesi vardı. Ancak ölümleri, çok esrarengiz bir şekilde gerçekleşmişti. Bir sabah, cesetleri ansızın denizin üstünde birbirine bağlanmış halde bulunmuştu. Katil ya da olayla ilgili hiçbir iz bulunamamıştı. İki yıl boyunca polisler katili aramış ama hiçbir ilerleme kaydedememişti. Sonunda, "faili meçhul bir cinayet" olarak değerlendirip dosyayı kapatmışlardı. Ivan ve kardeşi Arkadiy de birkaç ay boyunca anne babalarının katilini aramışlardı. Ancak polislerin bile başaramadığı bu işi onların başarması pek mümkün değildi. Hiçbir iz bulamamışlardı.
Anne babası, Ivan’ın bu dünyada en çok sevdiği iki insandı. Onların ölümünden sonra derin bir bunalıma girmiş, yemek yemeyi bile bırakmış, uzun bir süre evinden çıkmamıştı. Hatta babasından ona kalan fabrikayı bile bir başkasına satmıştı. Aradan bir yıl geçtikten sonra zaman zaman bunalıma girse de, yavaş yavaş normal yaşantısına dönmüştü. O da anne babası gibi insanlara yardım etmeyi seven birisiydi. Ancak dine pek bağlı biri değildi. Bu görüşünden ötürü ailesiyle sık sık tartışmalara girer ve ardından evi terk ederdi. Ama onlara olan sevgisinden dolayı her seferinde geri döner ve özür dilermiş.
Törenin başlamasına az bir süre kalmıştı. Tören, önce kilisede yemek dağıtımı ile başlıyordu. Şehrin evsizleri ve yardıma muhtaç insanlar, kilisenin bahçesinde yemek yerlerdi. Ardından topluca mezarlığa şükür duasına giderlerdi. Tören gereği, ölen kişinin oğulları yemekleri dağıtır ama kendileri yemezdi. Ivan da elindeki demir tabakları tek tek masalara yerleştiriyordu. Yaptığı yardımlardan dolayı içinde bir huzur hissediyordu, ancak anlam veremediği bir şekilde bunalıma giriyor ve bulunduğu ortamdan rahatsız oluyordu. Bu, belki de anne babasının yokluğundan kaynaklanıyordu; fakat onların ölümünden önce de bu anlamsızlık duygusu, sanki sürekli başucundaydı. Ivan, bu anlamsızlığı, yalnızlığın ona karşı açtığı bir savaş olarak görüyordu.
Bir saatlik süre içinde yemekler yenmiş ve topluluk yavaş adımlarla mezarlığa doğru ilerlemeye başlamıştı. Yoksul kesimin