"Kırmızı Saçlı Mavi Gözlü Hazine"
Askerler, mağaranın etrafını sıkı bir çemberle kuşatmış, komutanlarından gelecek olan son emri bekliyorlardı.
Normalde böyle durumlarda doğrudan içeri dalarlardı ama içeride küçük çocuklar olduğu bilgisi, onları daha temkinli davranmaya zorluyordu.
Her birinin yüzünde, operasyonun hassasiyetinden kaynaklanan ciddi bir ifade vardı.
Telsizden gelen emirle gergin bekleyiş sona erdi; "Atmaca Timi, atış serbest!"
Anında harekete geçen Atmaca Timi, keskin nişancı atışlarıyla teröristleri tek tek avlarken, aynı anda mağaranın derinliklerine sızmaya başladılar bile.
Bir asker, duvara sırtını dayayarak temkinli adımlarla ilerlerken, az ileriden boğuk bir ses duydu. Adımlarını durdurup, parmağını dudağına götürerek arkasından gelen arkadaşlarına "Şşşt!" işareti yaptı.
"Şşhş şeşsij oy boncuk sonya kıjaylay bije..." Peltek bir bebek sesiydi bu. Askerin kaşları, bu beklenmedik sesle şaşkınlıkla çatıldı.
Elindeki silahı aralıklı duran demir kapının aralığından içeri sokup, tek bir hareketle kapıyı açtı.
Kapının gıcırtısını duyan Dilzade, aniden irkilerek Boncuk adını verdiği bebeğine daha sıkı sarıldı. Gözlerinde korkuyla karışık bir çaresizlik vardı.
Asker, küflü ve kesif bir koku yayan mağaranın içinde göz gezdirirken, küçük bir çift mavi gözle aniden göz göze geldi.
O gözler, öyle ürkek ve titrek bakıyordu ki... Askerin gözleri şaşkınlıkla aralandı; esirler arasında bu kadar küçük bir bebek olacağını hiç düşünmemişti.
Sonra yüzünü çabucak düzeltti, "Neye şaşırıyorsam, bu itlerden her şey beklenir," diye mırıldandı kısık bir sesle, küçük kız duymasın diye.
Silahını indirip, elindeki oyuncağına sıkıca sarılmış, duvar dibine sinmiş bebeğe doğru ufak adımlarla yaklaştı, onu ürkütmemeye özen göstererek.
"Merhaba... Bak, benden korkma tamam mı? Seni buradan almaya geldik. Kucağıma alayım mı seni?" diye sordu, kendinden bile beklemediği bir naziklikle.
Dilzade, gözlerini iri iri açmış, askerin yüzündeki siyah maskeye bakıyordu. Minik elinin işaret parmağıyla maskeyi gösterdi. "Bu ne?" diye sordu merakla, peltek diliyle.
Asker, Dilzade'yi nazikçe kucağına alıp tek koluna sabitledi, diğer eliyle ise silahını tutuyordu. "Hiii!" diye şaşkınlıkla bir ses çıkardı Dilzade.
"Onun adı maske, meraklı bıdık. Ama şimdi sessiz olalım, tamam mı? Toplanın, çıkıyoruz!" dedi kulaklığına.
"Emredersiniz komutanım," dediler askerler. Dilzade, kucağında olduğu askerin omzuna başını yaslamış, arkalarından peşi sıra gelen askerlere meraklı gözlerle bakıyordu.
Askerlerden biri ona gülümseyince utandı, başını çevirdi ama yandan da askere bakmayı ihmal etmedi.
Mağaradan dışarı çıktıklarında, Dilzade gözlerine vuran keskin ışıkla yumruk yaptığı eliyle gözünü ovuşturdu.
Dudağını büzüp "Acıyoy," dedi, gözleri karanlığa alıştığı için ışık onu biraz rahatsız etmişti.
Atmaca Timi'nin komutanı hemen başındaki şapkayı çıkarıp Dilzade'nin başına taktı, ona gölge yapması için.
"Şerefsiz piçler, küçücük bebeğe ne yapmışlar! Allah belalarını versin!" diyen askerine sinirle baktı komutan.
Haklıydı, içindeki öfke dinmiyordu ama yanlarında bir bebek, bir de küçük çocuklar vardı. Lafına dikkat etmeliydi.
"Asker!" dedi sert sesiyle. Dilzade, komutanın