GİRİŞ...
ARDIL ŞANLI
“Ölürüm de vazgeçmem senden, Nare…
Mezopotamya şahidim olsun; yer, gök, herkes duysun:
Sana andım olsun, senden vazgeçmem!
Seni başkasına yar etmem.
Sen benim yüreğimde sönmeyen ateşim,
Bitmek bilmeyen sevdamsın.
Başkasına varmana göz yumamam…”
Ardıl, Şanlı Aşireti’nin başıydı.
Mardin’in uçsuz bucaksız toprakları, onun adıyla anılırdı.
Yüzlerce kişi onun sözünü emir bilirdi.
Ama Ardıl’ın en büyük serveti ne toprakları, ne de nüfuzuydu.
Onun kalbindeki en kıymetli hazine…
Safir gözlüsüydü.
Biricik Nare’si… onun Safiri…
O sevda, yıllar önce daha çocukken düşmüştü kalbine.
Ardıl henüz 16 yaşındaydı.
Bir bakış yetmişti ona…
Nare’yi ilk gördüğü an, kalbinin en derinine mühürlendi o kız.
Duruşuyla, bakışıyla, susuşuyla…
Nare Boran…
Diyarbakır’ın köklü aşiretlerinden Boranların gözbebeği.
Berzan Boran’ın ilk ve tek kızı…
Abilerinin uğruna can vereceği nazlı bir ceylan.
Beline kadar uzanan simsiyah saçları,
Safir mavisi gözleriyle…
Sadece ailesinin değil, bütün Diyarbakır’ın en güzel kızıydı belki de.
Nare, Ardıl’ı ilk gördüğünde 14 yaşındaydı.
O an, Ardıl’ın dağınık kumral saçları, uzun boyu ve kehribar gözleri çarpmıştı yüreğine.
Henüz adını bile bilmeden, bir sevdaya düşmüştü içinde.
Yıllar geçti…
Aşk büyüdü.
Ama bir gerçek vardı ki, hiçbir zaman değişmedi:
Şanlı ve Boran aşiretleri ezelden düşmandı.
Ardıl ve Nare’nin aşkı, bir savaşın ortasında doğmuştu.
Ya kaderlerine boyun eğeceklerdi…
Ya da tüm engellere rağmen aşklarına tutunacaklardı.
Onların hikâyesi, bir aşk masalından fazlasıydı.
Bu, ateşle suyun sevdasıydı…
Düşmanlıktan doğan bir mucizeydi.
Ardıl ve Nare…
Sevdanın içinde yanarken, geçmişin gölgesi üzerlerine düşüyordu.
Aileleri kanla bağlanmış düşmanlığa teslim olmuştu.
Ama kalpleri… o başka bir dili konuşuyordu.
Çünkü onlar, Mezopotamya’nın toprağında büyüyen, ateşle sulanan bir aşkın çocuklarıydı.
Doğunun Güneşi: Safir
Bir aşk…
Bir töre…
Bir imkânsızlık hikayesi…
Aşkın, kaderle savaşına tanık olmaya hazır olun…