Saatlerdir yürümekten ağrıyan ayaklarıma son diye diye biraz daha yürüdüm. Mayıs ayının serin rüzgarı gözyaşlarımla ıslanan yüzümü üşütüyordu. Rüzgar bir kez daha esince deri ceketimin yakalarını birleştirerek olabildiğince kapattım.Bir yanda rüzgarın dalgalandırdığı deniz bir yanda kulağıma vızıltı gibi gelen arabaların sesi ve ben...Kaderin ikinci kez aynı yerden vurmasıyla paramparça, tuzla buz olan ben...
Tükenene kadar akmasını istediğim gözyaşlarıma bir yenisi eklenirken adımlarımı durdurdum. Bakışlarımı, gecenin rengini çalan siyah denize çevirdim.Zihnimin çarklarında yankılanan, birkaç saat öncesinde öğrendiğim gerçekler hala oradaydı.Yüksek topuklu siyah ayakkabılarımı diğer elime alarak minik taştan setin üzerinden atladım ve kayalıkların üzerinde dikkatle ilerledim.O, beni hak etmiyordu! O, göz yaşlarımı hak etmiyordu!
Kırılmış kalbimden kanlı irinler akıtıyordum.
Yaralıydım, yara almıştım ama iyileşecektim!
Karşılaştığımız zaman bende, ondan geriye hiçbir şey kalmamalıydı!Gittikçe rahatlayacağım yere bedenimin güçsüzleştiğini hissediyordum. Sanki dizlerimden can kesiliyordu. Saatlerdir ağlamak beni yormuştu.Buna rağmen aklım ondan uzaklaşmıyordu. Karmakarışık görüntülerle yüzü hala gözlerimin önüne geliyordu.Kendime kızdım.Sen bu kadar zayıf değilsin! Şerefsiz ve adi bir adam seni bitiremez! Tüketemez! Kendine gel!Kendime söylediğim telkinlere kahkahalarla gülmek geldi içimden. O kadar kırılmış hissediyordum ki, o kadar çok acı çekiyordum ki; söylediklerim kulağıma yalanmış gibi geliyordu. Kendime inanmakta güçlük çekiyordum.Ancak acım dinince inanacağımı da biliyordum.
Zamanla...
O kanlı irinler bir an önce dinmeliydi. Dindirmeliydim.Mini elbisemin açıkta bıraktığı bacaklarımda rüzgarı hissedince titredim. Bu iyi bir şeydi. Soğuk onu düşünmeme engel olacaktı.Aklım o adam ve çirkefliklerinden sıyrılıncaya kadar orada durmaya karar verdim. Çok sürmeyeceğini düşünüyordum, yaşlarım kurumaya başlamıştı. Biraz daha üşümeye ihtiyacım vardı. Biraz daha soğuğa.
Denize yakın olmak için birkaç adım atarken duyduğum sesle irkildim. Daha çok tanıdık tını beni ürküttü ancak o an bunun farkında değildim.
"Hey sen! İntihar etmeyi düşünmüyorsun, değil mi?"
Elimde ki ayakkabılar ve çanta yere düştü. Aynı şeyin başıma gelmemesi için kaybettiğim dengemi korumaya çalışarak kollarımı iki yana açtım.Saniyeler içinde duruşumu düzeltirken topuklu ayakkabılarımın ayağımda olmamasına sevindim. Yoksa yeri boylamam hiçte zor olmayacaktı.Arkamı dönmeden yere eğilip düşen ayakkabılarımı ve çantamı alırken yeniden, daha yakından gelen kalın sesle ikinci kez korkup dengemi kaybettim.
"Korkutmak istememiştim."
Ayaklarım birbirine dolanıp biriyle diğerinin üzerine basınca çanta ve ayakkabılarımla aynı kaderi paylaşacağımı anladım. Çok canımın acımamasını umarak çırpınmayı bıraktım.Yana doğru savrulduğum anda belime dolanan iki kuvvetli elle havada asılı kaldım.Bedenim yan bir şekilde duruyordu, kumral, düz saçlarımın birazı yüzüme birazı yana dökülmüştü. Denizi ve kayalıkları eğik bir şekilde görüyordum.Beni bu duruma getiren adama öfkelendim bir an. Düşmekten kurtarması benim için hafifletici bir neden değildi.
"Korkutmak istemiyorsun ama ikidir aynı şeye sebep oluyorsun!"
Tiz çıkan sesimde kızgınlıktan zerreler vardı."Düşmene izin vermediğimi varsayarsak durumu kurtardığımı söyleyebiliriz."Sesindeki pişkinlik, tanıdık