Kitaplar Özellikler İletişim İndir
ELVAN 1
Aşk/Romantizm

ELVAN 1

873Beğeni
19,589Okunma
72 Bölüm
84,396Kelime
7 saat 2 dkSüre
21.08.2025Tarih
1940’ların Anadolu’sunda, rüzgârın tozunu, güneşin sıcaklığını ve köylerin sessiz ama derin hikâyelerini hissedin. Elvan, sekiz kız kardeşin en büyüğü, köyünün gelenekleri ve ailesinin beklentileri arasında büyürken, kaderi çok uzak köylere düşen bir gelin olarak çiziliyor.

Görücü usulü, altı köy öteye yapılan yolculuklar, el sıkışmalar, töreli dualar ve kaygılı bekleyişler… Elvan’ın hayatı, her adımıyla okuyucuyu o dönemin toprak kokusuna, evlerin sıcaklığına ve köy hayatının inceliklerine götürüyor.

Aşk, sabır, hüzün ve umutla örülmüş bir hikâye: Elvan’ın gözünden bir Anadolu köyünde yaşanan sevda, acı ve mutluluğu deneyimleyin. Her sayfası, tarih ve duyguyla dokunmuş, sizi geçmişe taşıyan bir zaman yolculuğu sunuyor.

1. Bölüm

Adım Elvan.

Bir dağ köyününde, rüzgârın karla kavrulmuş taşlara ağıt yaktığı bir evde, sekiz bacının en büyüğü olarak geldim dünyaya. Bizim oralarda adettendir; bir kız ne vakit oturduğu sandalyede ayakları yere değerse, vakit tamamdır. Artık o kızın gelinlik çağı gelip çatmış demektir. Boyluydum, bosluydum. O vaktin bu kadar hızlı gelip omuzuma çökeceğini hesaba katmamıştım.

Dedim ya, evin en büyük kızı bendim. O yüzden anamdan sonra evin yükü, tıpkı ağır bir küfe gibi sırtıma yüklendi durdu. Nenem… Allah rahmet eylesin… Cazgırın tekiydi rahmetli. Hanım ağa gibi sedirin baş köşesine bağdaş kurar, bir elinde kalın tespihi, çekip dururken sabrını yitirmiş bir bakışla evi gözetlerdi. Ağzında da o yumuş, hiç bitmeyen bir tel gibi dönüp dururdu. Çocuk aklımla ona içerler, mırıldanırdım içimden ama şimdi… Şimdi daha iyi anlıyorum nenemi. Çünkü bu hayat, kolayına gidenin nasibi değildi bizim köyde. Dağların dumanını içine çekerek büyüyen bir insan, daha beşikteyken sabra yazılmış olurdu kaderi. Nenemin terbiyesi, ondan öncekilerin sinesinden gelen bir zincirdi; sımsıkı ve kopmayan.

Evimizin gündelik işleri hiç değişmeden tekrarlanırdı. Sabah ezanıyla anamın dürtüklemesiyle uyanır, gözlerimi güç bela aralardım. Ah şu zalım uykular… Tatlı mı tatlı… Biraz daha fazla uyumak için canımı verirdim neredeyse ama nafileydi. Ocaklığın üstünde akşamdan kaynayıp, sabaha dek ılıyan güğümden ıbrığa su doldurur, nenemin ayak ucuna bakır leğeni koyar, uyku mahmuru gözlerimle, ağzım hiç kapanmadan esneyerek abdest suyunu dökerdim. Nenem kızar gibi yapardı ama tam kızamazdı. Ben esnerdim, o da boynunu büküp, "estağfurullah el azim," deyip sabır dilerdi yaratandan.

Bazı sabahlar, evin kışlık yufkası tez vakitte tükenmesin diye sacın başına geçerdik. Anam fetil açardı oklavayla, ben pişirgeçle altını üstüne çevire çevire pişirirdim. Her çevirişte, yufkanın yanığa dönmesi ihtimaliyle ellerim ter içinde kalırdı. Ne yufkalar, nice katmer yandı da ben o pişirgecin dilinden anlamayı öğrendim. Her yanık kokusu etrafa yayıldıkça, anam oklavayla elime bir tane şaklatırdı. Elimin sızısıyla, gözümün yaşıyla öğrendim. Ama o yaşlarla öğrendim sabrı, dayanmayı, emek vermenin ne olduğunu.

Evde her bacı bir işe koşardı. Yine de ne yaz ne kış, işler tükenmezdi.

Aklımda en çok kalan anılardan biri, çeşmeye gönderildiğim bir sabahtı. Küçük bacım Behiye, anama sabah için katmer pişirmde yardım ederken, anam beni çeşmeden su getirmeye göndermişti. Ayağıma nenemin koca kara lastiklerini geçirip, çeşmenin yolunu tuttum. Lap lup çeşme yoluna saptım. Evlerin arasında benden küçük çocuklar son dem oyunlarını oynarken gizliden saklıdan bende oynardım çocukların çizdiği oyunu etrafta hiç kimseler yokken.

Bir ben değil yaşıtım olan yetiştik kızlar da oynardı. Herkes gizli saklı oyunlar oynadığını saklardı birbirinden ama bilip susardık. Her ne kadar dıştan bakınca

📖 Uygulamada Oku
App Store Google Play