Kitaplar Özellikler İletişim İndir
ELVAN  2                                                                                                                      DATTİRİ GELİN
Tarihi

ELVAN 2 DATTİRİ GELİN

317Beğeni
2,352Okunma
19 Bölüm
23,024Kelime
1 saat 55 dkSüre
28.08.2025Tarih


Sevda, fedakârlık ve kadının gücünün destansı hikâyesi sizi Anadolu köylerinin derin ve unutulmaz dünyasına taşır.

1. bölüm

Gönlü dizginleyen şey, ne servet ne de namdır… Bir avuç huzurdur insanı sakinleştiren, sessizliğin içindeki o derin dinginliktir. Fırtınalar koparken bile yüreği sükûna çağıran bir sıcaklıktır.
Oysa hüzün? Hüzün, kalbin imtihanıdır. Yaraya benzemez; içe işler. Ama aynı zamanda gönlü tartar ne kadar sabır, ne kadar sükûn birikmiş yılların tortusunda, onu gösterir.
İnsan dediğin, yaradılışı gereği zorlukla eğrilir, doğrulur. Bazen bir ayrılıkla, bazen kayıpla… bazen gecenin koynunda sessizce ağlayarak büyür. Ve hayat sakince ya da acemice, ama her defasında bir şekilde öğretir. Göğüs germeyi, sırtına yük binse bile dimdik yürümeyi, kendini bırakmamayı…
Sebat etmek, bir çiçek gibi sabırla toprağı yarıp göğe ulaşmak gibidir. Zorluklar da o toprağın taşlarıdır; kökü derinleştirir, inancı güçlendirir. O yüzden gönlünü eğitmek isteyen, hüzünle dost olmalı ve huzuru, bir ödül değil; bir emek, bir iç sefer saymalı.
Duralinin sıcağında, uykunun ağırlığı bastırırken aklımdan yarın için yapacaklarımı sıraladım. "Sabah namazından sonra ocaklığı tutuştururum, çorbayı koyar, ekmeği susarım," diyordum. Ekmek yumuşayınca, kızlar desteler. Sofrayı serer aşımızı yerdik. Yunağa gitmek gerekti. Uşakharın bezleri epey bitmişti, kirliler dağ gibi yığıldı. Yıkanıp, pürü pak olmalıydı çamaşırlar. Sonra Durali'm, çorabını isterdi onun da son nakışını vurup, çorabının boğazını da ördüm mü herifimin ayaklarına bizzat ellerimle giyitirdim. "Nasıl da unutmamış onca vakit?" Halbuki benim bile aklımdan çıkmıştı. İnsanın yüreğine kor ateş demişse ne akıl kalırdı ne fikir...
Sabah namazdan sonra ocaklığın külünü çektim, temizledim. İnce çalı, çırpıları alta koyup kalın dalları üste çattım. Su dolu güğümü ocaklığın üstüne koyup, ocaklığı tutuşturuyorken Cennet ana küçük bir bakraç süt getirdi, koydu önüme.
"Gelin, süt aşı pişir. Yiğitlerime kan olsun, can olsun."
"Olur ana," deyip, bakracı alıp çağa yöneldim, koydum yere. Bucaklıktan aldığım bakır tenceteye sütü süzdüm. Ateşin üstünde ki güğümü yere indirip, sütü koydum ocağa.
"Sabahın hayır ola yengem."
"Senin de sabahın hayır olsun bacım."
Kepceyi elimden alıp bir iki tur çevirdi kazanın içinde Meryem.
"Yeni goydum ocağa, taziye daşmaz. Sen iki ekmek sula Meryem."
Meryem ekmeği suladı. Yumuşayınca da dürüp destelediği yufkaları ekmek kazanının içine koyup, getirdi. Suna'yla Zübeyde mahatın üstüne erkeklere, kadınlar içinse yere sofrayı kurdular. Durmuş Ağadan, Necmettin ağadan beri böyleydi düzen. Erkeğin sofrası ayrı, kadının sofrası ayrıydı. Dilber soğan dildi sofraya. Ben süt aşını pişirdim. Daha dumanı üstünde tüterken sofraya önce erkekler, sonra evin büyükleri en son da biz oturduk sofraya. Suna daha ilk anda çorbada yiyemedi. İçi bir hoş olmuş. Ağzını tutarak kalktı dışarı koştu. Bir zaman dışarıdan gelemedi, geldiğinde de ekmek aş yiyemeden kenara çekildi.
Dumanı tüten çorbalarımızı üfleye üfleye içtik, soğanımızı çökeleğe katık ettik.
"Ana, müsade edersen yunağa gitmek gerek, kirliler epey birikmiş.
📖 Uygulamada Oku
App Store Google Play