Haftalardır odasından çıkmıyordu. Hayat durmuş, dünya siyah beyaza boyanmış gibiydi. Kuşların ötüşü, rüzgârın ağaç yapraklarını titreten hışırtısı… Hiçbiri ona ulaşamıyordu. Sanki kulaklarına pamuk tıkanmış, gözlerine perde inmişti. Kırışmış çarşafların arasında, günlerin birbirine karıştığı uykularda kayboluyordu Elena.
Kapının açıldığını bile duymadı.
Ancak çiçeksi, hafif baş döndüren bir koku odanın içine yayıldığında irkildi. Aurora’ydı bu; en yakın arkadaşı, belki de hâlâ onu hayata bağlayan tek kişi. Yatağın kenarına oturunca şilte çöktü, Elena’nın bedeni hafifçe yana kaydı. Parmağının ucuyla saçlarını okşaması, onun gözlerini daha da sıkı kapamasına sebep oldu.
“Elena…” dedi Aurora, sesinde sabırla karışık bir öfke vardı. “Bu kadar yas yeter. Kendini cezalandırıyormuşsun gibi yaşıyorsun. Çöktün, eridin kızım! Sana yeterince zaman tanıdım.”
Elena sırtını dönüp kısık gözlerle ona baktı. “Canım hiçbir şey yapmak istemiyor, Aurora. Sen de kendini benim için üzme artık.”
Aurora dişlerini sıktı, gözleri ateşle parlıyordu. “Üzülmüyorum aptal! Seni boğmak istiyorum!” diye patladı. Kaşları çatılmış, ses tonu bir kırbaç gibi inmişti. “O gerizekâlı başka bir kızla sırıtıyor. Asıl sen, kendi kendine acımayı bırakıp ayağa kalkmalısın!”
Bunu söylemekte tereddüt etmişti ama artık kozlarını saklamayacaktı. Elena yumruklarını sıktı, dudaklarından tek bir kelime döküldü: “Şerefsiz…”
Aurora gözlerinde ilk defa parlayan kıvılcımı görünce hızla kollarından tutup onu kaldırdı. Yorgun, bir çuval toprak kadar ağır olan Elena’yı boy aynasının önüne itti. İki omzundan kavrayıp gözlerini aynadaki siluete çevirdi.
“Şuna bak! Alex seni üzebilir, ama bugünden sonra olacağın kişiyi asla üzemez!” Yüzünde kurnaz bir sırıtışla Elena’yı ileri geri sarstı.
“Yeni bir sen için başlıyoruz. Yaşamak için bir sebebin var, bunu hatırlatacağım. Ergen kızlar gibi davranmayı bırak, yoksa ateşli kıçını şaplaklarım!”
Sözlerinin sertliğiyle Elena’yı odadan dışarı sürükledi. Ancak koridorda sendeleyerek durdu; karşısında sert bir duvara çarpmış gibi hissetmişti.
“Dikkat.” Ses buyurgan, keskin ve soğuktu.
Elena başını kaldırdı. Loş ışık gözlerini kamaştırsa da karşısındaki adamı hemen tanıdı. Damien. Yıllardır ailesine sadakatle hizmet eden, aynı zamanda onun koruması… Gümüş grisi saçları, buz gibi yeşil gözleri ve heykel gibi bedeniyle orada, sanki hep bekliyormuşçasına dikiliyordu.
Aurora telaşla araya girip özür diledi. Ama Damien’in bakışları Elena’nın üzerinde sabitlenmişti, ifadesiz, keskin ve sorgulayıcı.
Sessizlik fazla uzayınca Aurora boğuk bir kahkaha atarak araya girdi.
“Ehehe… Tatlım, üç haftadır odana kapandın ya, hafıza kaybı falan mı başladı? Dik dik bakmayı kes, bu adam senin koruman.”
Damien, siyah deri eldivenleriyle onları engelleyerek konuştu. Sesi ifadesizdi ama ağırlık taşıyordu: “Hafıza kaybı yalanına inanmam. Şakaysa da komik değil. Benim iznim olmadan hiçbir yere gidemezsiniz.”
Elena iç çekip umursamaz bir edayla sırtını döndü. “Öyleyse odama dönüyorum.”
Bir anda Damien kolunu yakaladı, onu kendine çevirdi. Yeşil gözleri doğrudan içine işliyordu. “Gidemezsin demedim. İznimi almalısın dedim.”
Aurora