Genç adam kahvesini alıp balkona çıktı. Sonbahar olmasına rağmen hava oldukça sıcaktı. Muğla çok sevdiği bir şehirdi, Datça ise tatil için oldukça uygun bir ilçeydi. Muğla’nın diğer hareketli ilçelerine göre sakin ve sıcak bir ilçeydi. Oldu olası sakinliği severdi. Kardeşine ve arkadaşına göre yaşlı bir ruhu vardı, oysa o gençliğinin en deli çağlarında bile yaşıtları gibi hareketli, deli dolu bir genç olmamıştı. Hep ağır bir havası vardı. Hatta üniversitedeki arkadaş çevresi ona ‘Buz kalıbı’ derlerdi. Şimdi çalışanları ona benzer şeyler diyorlardı. Buna emindi. Ama o hiçbir zaman sevgi dolu bir adam olamamıştı zaten. Şu dünyada sevgi beslediği yaşayan üç kişi vardı: kardeşi Oğuz, arkadaşı Turgay, köpeği Kral ve şuan cennette olan bir kişi vardı: annesi.
Annesi Menekşe Hanım… Adı gibiydi annesi. Hayal meyal hatırlıyordu Demirhan annesini, sarı saçları vardı. Melekler gibi bembeyaz yüzü, yemyeşil gözleri vardı. Ona bakarken bir ormana dalıp gidiyormuş gibi huzur bulurdu. Annesi her zaman bahçelerindeki serayla ilgilenirdi. Demirhan da gizli gizli onu seranın girişinde izlerdi. Domatesleri bile nasıl özenle, sevgiyle sulardı. Tek tek konuşurdu hepsi ile. Hatta keyfi yerindeyse şarkı bile söylerdi onlara.
Öldüğünde Demirhan beş kardeşi ise henüz bir yaşındaydı. Babası ikisinin yaşını ve bakımını bahane edip annesinin ölümünden iki ay sonra eve bir kadın getirmiş ve artık onunla birlikte yaşayacaklarını, onlara annelik yapacağını söylemişti. O sıralat Oğuz bebek olduğundan bu durumdan fazla etkilenmemişti, hatta biraz büyüdüğünde ona ‘anne’ bile demişti. fakat Demirhan onu hiçbir zaman onu sevmemiş ve bunu açık açık göstermiş, hatta ‘Sen benim annem değilsin’ diyerek dile bile getirmişti. Zaten Perihan da ona hiçbir zaman anne olamamış hatta ortaokul çağına geldiği an onu yatılı bir okula göndermenin bir yolunu bulmuştu.
Yani Demirhan annesinin ölümüyle büyümüş, kocaman bir adam olmuştu. Henüz beş yaşındayken.
Ilık bir rüzgar saçlarını okşadığında çok nadir görülen küçücük bir gülümseme belirdi dudaklarında. Sanki annesi onu andığını hissedip ona ufak bir hediye sunmuştu. Kahvesindeki son yudumu da alıp saatine baktı. O sırada denizden çıkıp eve doğru yürüyen arkadaşını gördü. Turgay çoktan uyanıp denize gitmişti bile. Kendisi de biraz yürüse iyi olurdu. Etrafı merak ediyordu. Bu yazlığı yeni almıştı. Küçük taştan bir köy evi gibiydi. Bahçesi ve denize bakan balkonları ile harika bir evdi.
“Günaydın dostum, sonunda uyanabildin.”
Demirhan başını sağa sola salladı. “Bütün yol yanımdaki koltukta uyuyup kalan sadık dostum konuştu.” Bardağını yandaki masaya koydu ve güneş gözlüğünü taktı. “Hatırlatıyorum…” işaret parmağını kaldırdı, “Bak kesinlikle yüzünü vurmuyorum, sadece hatırlatıyorum. Bütün yol arabayı sadece ben kullandım.”
Turgay havlusunu omzuna atıp kalbini tuttu, “Ah çok kırıldım.”
Demirhan arkadaşının başına vurdu,