İstanbullu sabahlar bazen peri masalı sisleriyle başlar, bazen de ağır bir beton kokusuyla. Derin için o salı sabahı ikisini de aynı anda taşıyordu; camdan içeri tırmanan süt beyazı buhar, Haliç’ten yükselen paslı ray gıcırtılarıyla çarpışıyor, odanın tam ortasında görünmez bir düğüm gibi asılı kalıyordu.
Billie Eilish’in “What Was I Made For?”u yarı uykulu tonda dönerken, Derin’in zihninde henüz günün ilk düşüncesi bile oluşmamıştı.
Derken titreşim.
“Kesin Selin,” diye mırıldandı. En yakın arkadaşı, sabahın köründe uyanıp selfie atan türdendi.
Ekranı kaldırdı. O an kalp atışı öyle hızlandı ki kulaklarının içini yankıladı.
CANLI YAYINDASIN. 38.291 KİŞİ İZLİYOR.
Tereddüt, sonra şok, ardından panik, üçünün birbirine karıştığı hisse tam olarak ad verecek kelime yoktu. Bildirimin altına dokundu. Hiçbir uygulama açılmadı. Kilit ekranından kurtuldu, tüm sekmeleri kapatıp uçak moduna aldı. Bildirim kaybolmadı.
Derin sanki yanlış odaya uyanmış gibiydi; hayatının tanıdık manzarasında yeni bir duvar belirivermişti. O duvarın ardında, gözleri karanlıkta parlayan on binlerce yabancı vardı.
Telefonunu yüzüstü bıraktı, ayağa kalktı. Betoya basar gibi temkinli adımlarla dolaba gitti; lens kutusunu bulup aynanın karşısında gözlerine taktığında fark etti: Ellerinin titremesi lensi defalarca kaçırmasına neden oluyordu.
Ya “kameralar” şimdiden her şeyini alıyorsa? Üzerindeki bol t-shirt, uyku şortu, dağınık saçlar… Derin kendini tuhaf bir mahremiyet krizinin ortasında buldu. Tam da gençlik dizilerinde “olmazsa olmaz” sayılan o “görünmez ama her yerde” izleyicinin gerçeğiyle.
Nihayet lensi yerine oturttu. Gözleri netleşince telefona tekrar uzandı. Aynı anda yeni bir mesaj patladı:
Çıkamazsın. İzleyiciler seni seviyor.
10:00’da kim olduğunu açıklıyorum.
Saat, 09:14.
Dakikalar küçücük bıçaklar gibi, göğsünün tam ortasını doğramaya başladı.
Derin’in hayatı, normalde kuzguni bir sessizlikle akıp giderdi. Mimarlık son sınıfta, stüdyo maketleri arasında geceleri un ufak olur, gündüzleri Starbucks’ta soya latte yudumlayarak çizim programlarına gömülürdü. Sosyal medyada var oluşu “ince zevkli paylaşımlar”dan ibaretti: vintage tren istasyonları, pastel tonlu kitap kapakları, müzikal soundtrack’ler. Takipçi sayısı, sınıftaki popüler kızlarınkine yaklaşmazdı bile. Kendini göstermek yerine, herkesi gözlemlemeyi severdi.
Şimdi ise gözlemleyen olmaktan çıkıp gözlemlenene dönüşmüştü. Hem de 38 bin kez.
Boğazında oluşan düğümü yutkunamadı. WhatsApp grubuna "Stüdyo İntihar Ekip" bir mesaj yazdı:
derin • sabah 09:17
çocuklar bi gariplik var uyandım canli yayındayım diyo 38 bin kişi??
Bu, grubun eğlenceli kaosuna atılmış en tuhaf satırdı. Cevaplar hızla yağdı.
selin
kahve içmeden trollüyosun yine jdksks?
kaan
link at, izleyelim 👀
efe
derin daha uyuyor bence
Derin titreyen parmaklarla ekran görüntüsü yolladı. Daha “gönder”e basmadan, telefon yine titredi. Bu kez bildirim değil, bir DM: @kordinatör adıyla doğrulanmamış bir hesap.
“Ayaklarını yere bas, hava alma. Önce seni tanısınlar. Sonrası kolay.”
O an Derin, odanın tam ortasında saç diplerindeki ısınmayı hissetti; biri izlerken arkadan bakışların deri üstünde bıraktığı o iğne batması. Başını çevirdi. Oda dört duvardan ibaretti, ama