Ortaokul bitmişti. Takvimler 1998’i gösteriyordu ve ben, 14-15 yaşın o tuhaf eşiğindeydim. Yıllardır görmediğim dayılarımın davetiyle, erkek kardeşimle birlikte Ankara’dan o bilmediğimiz, sıcakkanlı şehre, İzmir’e doğru yola çıktık. Bayraklı’nın Çay Mahallesi’nde, sokağın yarısından çoğuyla akraba olduğumuz bir dünyaya adım atmıştık.
İzmir’e geleli henüz birkaç saat olmuştu. Kuzenlerim beni mahallede ufak bir tura çıkarmışlardı. O an, hikâyenin o görünmez düğümü atılıyordu. O sırada, mahallenin kızlarından biri beni evinin penceresinden görmüş. Kuzenimi çağırıp benden hoşlandığını ve bana çıkma teklifi ettiğini söylemiş. Henüz yüzünü bile görmediğim bu teklif, geldiğim ilk saatlerde kulağıma çalınan tatlı bir melodi gibiydi.
Adı Selda idi. Benimle aynı yaştaydı. İşin garip tarafı, bütün bu heyecana rağmen, ertesi sabah apar topar başka bir ilçedeki dayımın evine götürüldük. Aklım Bayraklı’da, yüzünü bile görmediğim Selda’da kalmıştı. Geceleri o pencerenin arkasındaki kızın hayali dönüp duruyordu.
Nihayet birkaç gün sonra mahalleye geri döndüm. Ve onu gördüm.
İlk anlarda, itiraf etmeliyim ki, onu pek de bir kıza benzetmedim. Kısa sarı saçları, sert bir duruşu vardı. Mahallenin erkekleriyle maç yapardı ve onlardan geri kalmazdı. Ama yine de, ona karşı açıklayamadığım garip bir çekim hissettim. Bu, bildiğim aşk tanımlarının ötesinde bir şeydi.
Futbola olan ortak tutkumuz, aramızdaki ilk sağlam köprüyü kurdu. Birkaç kez beraber maç yaptık. Ben ona asist yapıyor, o da attığım pasları tereddütsüz gole çeviriyordu. O anlar benim için tarifi zor bir olaydı: Kız arkadaşımla omuz omuza mücadele ediyor, paslaşıyor ve gol sevincini deliler gibi yaşıyorduk. Selda, deli dolu, sempatik ve fazlasıyla kıskanç bir kızdı. Bazen kuzeninden bile beni kıskanır, adeta beni sahiplenirdi. Yabancı biri tarafından bu şekilde içtenlikle sahiplenilmek, on beş yaşındaki bir çocuk için müthiş bir histi, daha önce hiç yaşamadığım bir duyguydu.
Birlikte ilk gittiğimiz yer, kalabalık ve cıvıl cıvıl İzmir Fuarı’ydı. Oradaki koşu yolunda, ellerimiz ilk kez birbirine kenetlendi. O an, o koşu yolu, benim için kutsal bir yere dönüştü. Aradan geçen koca yıllar sonra, 2025’te öğrenecektim ki, orası sadece benim için özel bir yer değilmiş. O üç ay boyunca Bayraklı sahilinde geçirdiğimiz sayısız saat, yaşadığımız ilkler, hayatımın dönüm noktası oldu. Ankara’ya dönme vakti yaklaştığında, ona bir hediye vermek istedim. Çok istediği, Doğuş’un kasetini elimdeki son parayla aldım. Bu, bir kıza verdiğim ilk hediyeydi.
Tabii ki her şey masalsı değildi. Selda’nın bazen hiç haz etmediğim hareketleri olurdu. Mahalle dedikodusu kaçınılmazdı ve ilişkimiz hemen Selda’nın annesinin kulağına gitmişti. Annesi tarafından hırpalandığında morali çok bozulmuş, ama gelip bana anlatmak yerine arkadaşlarına dert yanmıştı. Laf bana ulaştığında, kısa süreliğine de olsa ayrılık kararı aldık.
Bu kısa ayrılık, zincirleme olayları tetikledi. Selda’nın en