Gelin size Deniz ve Ateş’in hikayesini anlatayım.
Ama baştan söyleyeyim, bu öyle klasik bir aşk hikayesi değil. Hani şu filmlerdeki “ilk bakışta aşk” klişesi var ya, yok işte bizde ondan. Bizimki daha çok “ilk yanışta aşk” gibiydi.
Bir zamanlar genç, güzel ama… nasıl desem… biraz da aptal bir kız varmış.
Evet evet, yanlış duymadınız. Aptal.İşte o benim Deniz.
Benim aptallığım iyi niyetle karışık bir şeydi. Hani bazı insanlar vardır ya, herkeste biraz iyilik arar, kötülüğe bile bahane bulur. Ben tam onlardandım.Ve tabii, o iyiliği ararken bir gün Denize düştüm.
Deniz derken… hani şu su olan değil. Ben, Deniz, kendi denizime düştüm.Ve ne oldu biliyor musunuz?Yılana sarıldım.
Ama o yılan bildiğiniz gibi değildi.Sokmuyor, ısırmıyor, zehrini hemen vermiyor.Önce yaklaşıyor… sonra da ılık bir nefes gibi sıcaklık yayıyor.
O kadar sıcak ki… önce “oh” diyorsun, sonra o sıcak yavaş yavaş yakmaya başlıyor.
Ve bir süre sonra o kadar yanıyorsun ki, “soksun da bitsin” diyorsun.
Ama yok. O öldürmüyor.Tam tersi süründürüyor.
Kendisi gibi, sessiz sessiz.Ne ölmene izin veriyor, ne de yaşadığını sanmana.
İşte benim Ateş’im de böyleydi. Yakıcı, tutkulu, karmakarışık.
Bir bakışıyla içini ısıtır, bir sözüyle dünyanı kül ederdi.Ha birde Deniz gibi gelgitliydi. Bana sorarsınız en korkutucu yanı da buydu.
Bir an gözlerinden alev fışkırır, bir an sonra kalbinde minicik bir merhamet parçası belirir.Ve sen o parçaya tutunursun.Ama o tutunduğun şey bile seni yakar.
Ben o zamanlar sadece üç aydır tanıyordum celladımı.
Ama derseniz ki bana o benim kurtuluşumdu.İyilik abidesi gibiydi.Bana baktığında içim ısınıyordu.
Oysa meğer o sıcaklık bir yangının habercisiymiş.Benim geçmişim zaten karanlıktı.Üvey babam vardı ya da öyle sandığım biri.
Her gün bir kumar, bir bağırış, bir tokat, bir içki kokusu...
Korkuyla yaşamak normal gelmişti bana.
Böyle bir hayatın içindeyken biri çıkıp da “Seni bu hayattan kurtaracağım, Deniz. Söz veriyorum, seni dünyanın en mutlu insanı yapacağım,”faln filan dedi mi…
İnanıyorsun.Ben de saftrik olduğum için inandım.
Üç ayda ne hayaller kurduk…
Gelinlik seçtik, mekan ayarladık, davetli listesi bile hazırdı.Benim için yeni bir hayat başlayacaktı.Kabus bitecek, masal başlayacaktı.Ama işte bazen masalların sonunda prens gelmez, cellat gelir.
Benim celladımın adı da Ateş’ti.Ve o gün anladım ki, bazen insan en çok sevdiğinden yanar.
Ateş bir anda değişti.Gözleri soğudu, sesi sertleşti.
Artık o aşık adam gitmiş, yerine tanımadığım biri gelmişti.
Ve ben o gün öğrendim…Meğer ben bir katilmişim.Evet, yanlış duymadınız.Annesinin katiliymişim.
Nasıl, ne zaman, neden ben bile bilmiyorum.
Sadece artık öyle olduğumu biliyorum. Karıncayı bile incitemeyen ben Deniz'in katil olduğunu öğrenince şoka girme kısmımı atlıyorum.
Ve o anda içimde bir şey kırıldı.
Aşk mıydı, inanç mıydı, umut mu bilmiyorum ama bir şey paramparça oldu.
Ateş Küldoğan.
Adı bile uyarıymış aslında.
Ateş gibi yakar, kül gibi savurur insanı.
Narsist, psikolojik sorunları varmış meğer.
Ama