İngilizler Skye Adası’nı defalarca kuşatmalarına rağmen alamamıştı. Nihayet savaşın sonu, bir evlilikle mühürlenecekti. İngiliz soylu kızı Lady Katherine, İskoç klan liderinin oğlu Alistair MacLeod ile evlendirilecekti. Ama bu anlaşma, iki millet arasında olduğu kadar, iki yürek arasında da çetin bir mücadele başlatacaktı.
Sis, denizin üzerinden ağır ağır yükselirken gemi nihayet Skye Adası’nın kayalık kıyılarına yanaşıyordu. Katherine, soğuk rüzgâra rağmen örtüsünü açmadan ayakta durmuş, adayı ilk kez görmenin sarsıcı duygusunu yaşıyordu. Gökyüzü kurşuni, deniz vahşi, ada ise sanki başka bir dünyanın parçasıydı. Sert kayalıkların üzerinde yükselen kaleler, buraya geliş nedenini ona acı bir şekilde hatırlatıyordu:
Bu bir ziyaret değil, bir esaretti.
Babası, İngiltere Kralı’nın emriyle onu bu adaya göndermişti. Çünkü İngilizler, yıllardır fethedemedikleri bu topraklarla nihayet barış yapmaya karar vermişti. Ama barışın bedeli onun evliliğiydi. Katherine, tanımadığı, görmediği bir adama verilmişti. İskoç klanlarının güçlü liderinin oğlu… Alistair MacLeod.
Daha önce sadece adını duymuştu. Söylentilere göre uzun boylu, savaş meydanında korkusuz, kendi halkı içinse adeta bir kurtarıcıydı. İngilizler ona “Dağların Kurdu” diyorlardı. Katherine’in içini ürperten buydu işte: Savaşçı bir adama eş olmaya zorlanıyordu.
Gemi kıyıya yanaşırken, adalı savaşçılar iskelede belirdi. Hepsi uzun boylu, kalın paltolara bürünmüş, kılıçlarını yanlarında taşıyorlardı. Ama içlerinden biri, diğerlerinden daha çok dikkat çekiyordu. Sanki sis bile onu saklamayı başaramıyordu. Omuzlarına kadar düşen koyu kahverengi saçları, sert bakışları ve dimdik duruşuyla Katherine, onun kim olduğunu hemen anladı.
Alistair MacLeod.
Bir an için kalbi hızla çarptı. Ama bunun korkudan mı, yoksa öfkesinden mi kaynaklandığını anlayamadı. Dudaklarını sıkıca kapattı. Çünkü ne olursa olsun bir İngiliz hanımefendisi olduğunu göstermek zorundaydı.
Alistair, gemiden inen Katherine’e doğru birkaç adım attı. Hiç eğilmedi, hiç gülümsemedi. Gözlerinde sadece mesafe ve sorgulayan bir sertlik vardı. Sanki onu süzüyor, zayıf yönünü bulmaya çalışıyordu.
Katherine başını dik tuttu. Göz göze geldiklerinde ikisi de tek bir kelime etmedi. Ama ikisi de biliyordu: Bu sadece bir evlilik değil, aynı zamanda iki ulusun kaderini belirleyecek bir meydan okumaydı.