Genç adamı derin uykusundan uyandıran ses, kulağına çarpan müzik oldu.
Önce uzun kara kirpikleri titreşti ve ardından gözleri yavaşça aralandı. Yüzükoyun denecek şekilde yan yattığı yatakta başı, sol kolunun üzerine yaslıydı. Beyaz çarşafların serili olduğu geniş yatakta fark ettiği ilk şey yanındaki boşluktu; fakat bu boşluk onu tedirgin etmedi çünkü kulağına çarpmaya devam eden ses, adeta bu boşluğu doldurur gibiydi. Varlığı, müziği ile birlikte hep onun yanındaydı.
Bakışları odanın içinde dolaşmadan hemen evvel yatağın yanında bulunan komodinin üzerindeki saate baktığında vaktin henüz sabaha karşı beşe gelmekte olduğunu gördü. Artık alıştığı bu tutum dudaklarının ucunda minicik bir tebessüm oluşmasına neden oldu.
Belli ki yine müzik onu çağırmıştı. Hayatta tek gıpta ettiği, hatta ve hatta kıskandığı tek şeydi müzik; fakat aynı zamanda onunla paylaşmayı sevdiği en değerli şeydi de. İçinde kayboldukları dünyada onları sarıp sarmalayan notalar adeta kader arkadaşları gibiydi. İkisinin yoldaşı, dert ortağı, sevinci ve mutluluklarıydı.
Gözlerini yumarak iç geçirircesine hafif bir soluğu içine çekti. Genç kadının, kendisine nasıl bir dünyanın kapısını açtığından haberi bile yoktu. Sunduğu tek şey mutluluktu ve soluk almasına yardım eden yegâne varlıktı.
Gözlerini yeniden geriye açtı ve bakışları odanın kapısına kaydı. Aralık kapıdan, hafif bir ışık ve bu ışıkla birlikte duyduğu ses de bulunduğu odanın içine süzülüyordu.
Yattığı yerden ağır ağır hareketlendi ve bacaklarını yataktan aşağı sarkıtıp tabanlarını yere bastırdı. Beline dolanan çarşafı usulca uzaklaştırdı ve yavaşça ayağa kalktı.
Evin içinde yankılan melodi onu büyüsü altına almıştı; adeta karşı konulmaz bir çağrı gibiydi ve ayakları bu çağrıya boyun eğerek öne doğru hareket etti. Yavaşça attığı adımlar aralık kapıya ulaştı ve genç adam çağrının peşine sürüklenir gibi kapıdan çıkarak sesi takip etti.
Adımları büyük salona ulaştığında kendiliğinden durdular. Çıplak halde ayakta dikilerek bir omzunu kapının çerçevesine dayadı. Müziğin susmasından korkar gibiydi ve sessizce dikilmeye karar verip öylece hareketsiz kaldı.
Salonun içerisi yarı karanlıktı. Odanın bir köşesindeki uzun ayaklı abajurdan yayılan loş ışık dışarıda henüz aydınlanmamış havanın yarattığı karanlığı yırtacak denli güçlü değildi fakat gözlerinin önüne serilen manzarayı da ayırt etmesini sağlayacak nitelikteydi.
Salonun köşesinde, pencerenin önüne yerleştirilmiş olan siyah kuyruklu piyanonun arkasındaki yüksek ayaklı bu ışık kaynağı, altındaki sahneyi aydınlatıyordu. Adeta yalnızca bir spot ışığının merkezi olmuş karanlık bir sahnenin ortasında, kendisini müziğe kaptırmış olan ulvi varlık, ona doyumsuz bir seyir sunan tek kişiydi.
Piyanonun önündeki taburede oturan kadının parmakları, tuşların üzerinde ağır bir valsi gerçekleştiriyordu. Kollarının altından bedenine sardığı çarşaf dışında üzerinde hiçbir şey yoktu. Açık kahverengi uzun saçları çıplak sırtından aşağı dökülüyor, birkaç tutam, çıplak omuzlarının üzerinden salınarak göğüslerine sürtünüyordu.