"Söyle, nasıl unutulur katledilen
iki canın
kopup gitmesi? Söyle,
nerede şimdi
mutlu aile
gülümsemesi?"
Locus-0 şehri, Arsun Malikanesi, 09.09.2009, 20.49
Arsun malikanesinde, yemekler sessizlikle değil şen şakrak kahkahalarla süslenirdi. Her akşam olduğu gibi büyük bir yemek masası hazırlanmış, envai çeşit yemeklerle donatılmıştı. Kristal avizenin altında yemek yiyen aileye hemen karşılarında bulunan şömineden gelen çıtırtılar eşlik ediyor, ailenin refah seviyesini arşa çıkarıyordu.
Her şey olağandı, her zaman yaptıkları yemek akışı hakimdi sandalyelerinde fakat küçük kız dışarıdan gelen uğultuları hissediyormuş gibi annesinin kucağında küçüldükçe küçüldü. İçten içe bu yemek masasında bir pürüz çıkacağını hissediyor, annesinin ona yedirdiği çorbanın tadını bile almakta güçlük çekiyordu.
Bir zil, akşamüzeri yapılan mutlu aile sofrasının tam ortasına doğru süzüldü ve geniş salonun taştan duvarlarında çığlık atarcasına yankılandı. Ailenin gülüşmeleri kesilirken kapıya vurulan ardı arkası kesilmez darbelerle küçük kız annesinin kollarına daha sıkı tutundu ve korku dolu bakışlarla babasına döndü. Babası, gözlerini tuttuğu yemek bıçağından ayırmazken annesi, kızını kollarının arasına daha çok çekti ve alacaklı gibi çalan kapıdan gözlerini alamadı.
Bir müddet bakmaya devam etti, sanki kapının dışını bütün şeffaflığıyla görüyor ve gördüğü felaketin gerçekliğini iliklerine kadar hissediyordu. Hemencecik tüyleri ürperdi ama çocuklarına belli ettirmeden dudağına sorun olmadığını gösteren minik bir tebessüm kondurdu. Kızının küllü kumral, dalgalı saçlarını geriye değin tarayarak saç bitimine busesini kondurdu ve yanında oturan oğlunu gerdanına doğru çekti. Bunları yaparken kapıdan gelen sesler bir süre kesildi ama bir çift ayağın gölgesi evlerinin ücra köşelerine sinsice girmeye başlamıştı. Annesi derin bir nefes çekerken ciğerlerine; tehlikenin geçtiğini, artık güvende olduklarını zannetti. Kocasına değen sevinçli gözleri donuk bir bakışla karşılaştı. Kaşlarını çattı. Hayır, dercesine şarap kızılı saçlarının süslediği başını iki yana salladı.
Kocası, gözünün ferini kaybetmiş şekilde onu izlerken zihnindeki karmaşada kaybolmuş görünüyordu. Düşüncelerin buhranı onu ele geçirmeye başlamaya yüz tutmuşken donuk bakışlarını ılıklaştırmaya çalıştı, nitekim başardı da. Küçük kızı ve oğluna şefkat dolu bir gülümseme bahşetti.
"Şimdi biz kapıyı açıp gelenin kim olduğuna bakacağız ve siz zaman kurtları bahçede bizi bekleyeceksiniz, tamam mı?" dedi her tarafından gerginlik akan bir sesle.
Tabii bu gerginliği sadece karısı, Nergis Hanım anlayabildi. Daha çok kızına ve oğluna göğüs gerdi. Cengiz Bey'in onaylamaz kara gözlerine aldırmadan yeşilliklerini birkaç dakika önceye kadar kızını doyurmakla mükellef olan yemeklere düşürdü ve çatalına bir tutam tavuk sote aldı. Ağzına doğru getirip sıcaklığını almak istercesine üfledi ve kızının minik dudaklarına doğru indirdi. Küçük kız korkudan dişlediği dudaklarını aralayamadan yeni bir zil sesine gebe oldular. Nergis Hanım çatalı sofraya attığı gibi ayağa kalktı küçük kızıyla, oğluna da elini uzatıp yanına getirdi ve