Kitaplar Özellikler İletişim İndir
Kırık Zamanlar
Distopik

Kırık Zamanlar

22Beğeni
297Okunma
7 Bölüm
3,205Kelime
16 dkSüre
16.06.2025Tarih
Bir zaman yolcusunun yalnızlıkla imtihanı”, geçmiş ve geleceğin arasında sıkışmış bir ruhun içsel yolculuğunu anlatıyor. Zamanın ötesinde bir yerde, aidiyet ve anlam arayışına çıkan bir yolcunun yalnızlıkla yüzleşmesini şiirsel bir dille işliyor ve evet.

Bir zaman yolcusunun yalnızlıkla imtihanı”, geçmiş ve geleceğin arasında sıkışmış bir ruhun içsel yolculuğunu anlatıyor. Zamanın ötesinde bir yerde, aidiyet ve anlam arayışına çıkan bir yolcunun yalnızlıkla yüzleşmesini şiirsel bir dille işliyor!

🇹🇷❤️

Uyanış

Yol bitmek bilmiyordu!

Camdan dışarı baktığımda aynı görüntü tekrar ediyordu: sarı otlar, yavaşça kayan bulutlar, zamanın kendini unuttuğu bir kasaba.

Annemle babam ön koltukta susuyordu. Sessizlik, radyoda çalan eski bir şarkı ile bölünüyordu. Bu kasabaya taşınma fikri bana sorulmamıştı. Sorulsaydı da hayır derdim.

İstasyonda durduğumuzda içimi garip bir his kapladı.

Sanki burada beni bekleyen bir şey vardı, ama ne olduğunu bilmiyordum.

Kasaba halkı göz ucuyla bizi süzüyor, yüzlerindeki ifade “yabancı geldiler” der gibiydi. İneceğimizi öğrendiklerinde şaşırdılar. Oysa ben çok daha büyük bir şaşkınlığı içimde taşıyordum.

Yeni evimiz, zamanın dışına düşmüş gibiydi.

Eski tahta kapılar, yüksek tavanlar, gıcırdayan döşemeler…

Her şey bana bu evin bir hikâyesi olduğunu fısıldıyordu.

Eşyalar yerleşmeden önce, kendi odamı seçtim. Penceresi kuzeye bakan, rüzgârın daha çok uğradığı odalardan biriydi. Rüzgârın sesi burada daha anlamlıydı sanki.

İlk haftalar sessiz geçti.

Kasabanın çocukları beni hemen kabullenmemişti. Okulda herkes kendi grubu içinde kaybolmuştu. Öğle aralarında yalnız oturuyor, defterime yazılar karalıyordum.

En çok da rüzgârı dinliyordum.

Sanki o, bu yerde beni gerçekten anlayan tek şeydi.

Bir gün, rüzgârın taşıdığı bir ses duydum.

Bahçenin arkasındaki kulübeden geliyordu. Merakla yaklaştım.

İçeride, yaşlı bir kadın çay içiyordu.

“Gel bakalım,” dedi, sanki beni bekliyormuş gibi. Onunla oturduk. Adı Arife’ydi.

“Bu kasaba herkesi bir gün kabullenir,” dedi. “Ama önce senin kendini kabul etmen gerekir.”

Arife teyze her gün aynı saatte oradaydı.

Bana hikâyeler anlatıyordu. Gençliğinden, kasabada geçen büyük bir yangından, kaybettiği aşkından…

Ben de yavaş yavaş içimi dökmeye başladım.

İstanbul’da bıraktığım dostlukları, annemle olan kırgınlığımı, babama içimden gelen uzaklığı…

Hepsini tek tek anlattım.

Bir gün Arife teyze bana bir kutu verdi.

İçinde sararmış mektuplar, siyah beyaz fotoğraflar vardı.

“Bunlar geçmişin yükü,” dedi.

“Seninle paylaşmak istedim çünkü sen taşıyacak kadar güçlüsün.”

O an anladım, bu kasaba sadece yeni bir ev değil; geçmişin bir izdüşümüydü.

Okuldaki çocuklar da değişmeye başladı.

Bir gün matematik ödevinde yardımcı olduğum bir çocuk — Baran — bana

“Sen aslında çok garip değilsin” dedi.

Garip derken ne kastettiğini sormadım.

Ama bir öğle arasında birlikte bankta oturduk.

Bu, burada kurduğum ilk bağ olmuştu.

Zamanla kasaba bana kapılarını açtı.

Arife teyze benim için bir tür büyücüye dönüştü.

Sözcükleriyle kendimi bulmama yardım ediyordu.

Bazen sadece onunla sessizce oturmak bile yeterliydi.

Çay içerken karşıdaki dağın rengine bakmak, rüzgârın yapraklara anlattığı sırları dinlemek…

Şehirde hiç bilmediğim bir huzur.

Bir sabah, Arife teyze kulübede yoktu.

Yerine eski bir not bırakmıştı:

Gidilecek çok yer, anlatılacak çok hikâye var. Artık sen de anlatıcısın.

O gün, kulübenin önüne oturdum. Defterimi açtım ve yazmaya başladım.

Bu kasabada, rüzgârın taşıdığı ben olmuştum artık.....

Bakalım

📖 Uygulamada Oku
App Store Google Play