BÖLÜM 1
Seher
Ay ışığı, Mardin’in taş sokaklarına vuran soluk bir yansıma gibi evin küçük penceresinden içeri süzülüyordu. İçimde bir taş oturmuş gibiydi. Yutkunsam, ciğerlerime kadar çöken bu ağırlık dağılır mıydı bilmiyordum. Elimi dizlerime bastırarak doğruldum, avuçlarım ter içindeydi. Üzerimdeki soluk pembe elbiseye baktım. Birkaç yıl önce annem dikmişti. Öyle eskiydi ki artık rengini bile yitirmişti. Ama hâlâ kokusu sinmişti içine.
Annem… Babam…
İkisi de yok artık.
Bu dünya bir çocuğu ne kadar hızlı büyütebilirse, beni öyle büyütmüştü. On beş yaşındaydım ama yaşım kadar yılımı hissetmiyordum. Sanki dünyaya bir çukurun içinde doğmuş, ışığa ulaşmak için kazıp durmuş ama hep daha da dibe gitmiştim. Şimdi ise kazmayı bile bırakmıştım.
Kapının dışından gelen kadın sesleri beni yerimden sıçrattı. Bugün buradan gideceğim gündü. Ağanın evine…
O adamın evine.
Elleri kınalı kadınlar, avluda bir oraya bir buraya koşturuyordu. Bir kısmı halıları seriyor, bir kısmı kazan başında kaynayan şerbeti karıştırıyordu. Bir bayram havası vardı ama benim içimde yasın en koyu rengi çöreklenmişti.
Teyzem kapının eşiğinde belirdi. Elindeki beyaz örtüyü bana uzattı.
“Tak başına.”
Başımla onayladım. O istemese bile başka çarem var mıydı? Hiçbir zaman sormamıştım. Sormaya cesaretim de yoktu.
Ayakta, kalın taş duvarlara yaslanarak örtüyü başıma geçirdim. Beyaz… Masumiyetin rengi… Ama bana kefen gibi görünüyordu.
O sırada dış kapının önüne kalabalık bir grup geldi. Davul ve zurna sesi avluya dolduğunda dizlerim titredi. Onlar oynuyordu. Eğleniyorlardı. Benim gözlerimse taş kesilmiş gibi yerdeydi.
Teyzem kolumdan tutup beni dışarı çıkardığında, ayaklarımı sürüyerek yürümek zorunda kaldım. Kendi düğünümde bir mahkûm gibi…
Ve onu gördüm.
Siyah şalvarının üzerine giydiği uzun ceket, geniş omuzlarını daha da sert gösteriyordu. Gümüş işlemeli kemeri parlarken, yüzü ay gibi soğuk ve ifadesizdi. Sakalları kırlaşmış, yılların yükünü taşıyan çatık kaşları, bakışlarını daha da keskinleştiriyordu. Gözleri beni delip geçiyordu.
Bana bakan gözler bir koca gibi değil, bir hüküm gibi duruyordu.
Şu an kaçabilseydim, nefesim yettiği yere kadar koşabilseydim… Ama ben nereye kaçsam kader yine beni bulurdu.
Ağanın sesi davulun sesini bile bastırarak yankılandı:
“Hadi, vakit kaybetmeyelim. Götürelim gelini!”
Ben Seher…
Yetim ve öksüz bir kızım.
Bugün, istemediğim bir adama kuma oluyorum.