Kitaplar Özellikler İletişim İndir
Meryem'in Türküsü
Genel

Meryem'in Türküsü

1Beğeni
21Okunma
1 Bölüm
1,071Kelime
5 dkSüre
13.10.2025Tarih
Oysa insanoğlu fedakâr kadınlara nankörlük edilsin diye yaratılmamıştı...

Meryem'in Türküsü


Bu bir kısa hikâyedir, iyi okumalar🌾🌾

Oysa insanoğlu fedakâr kadınlara nankörlük edilsin diye yaratılmamıştı...

Mayıs akşamının ılık rüzgârı kalın gövdeli ağaçların henüz yeşermiş yapraklarını okşuyordu. Kuşlar huzurlu yuvalarına çekildiğinde ağustos böcekleri yana yana yıldızların altında dans etmeye başladılar.

Ayın tebessümünü yalnız doğanın ninnisini dinleyenler görebilmekteydi. Çok uzaklardan gelen yanık kaval sesi doğanın ninnisine akompanye etmekteydi. Öylesine yanık öylesine huzurlu! Bu kavalın nefesi hangi yaralı yüreğe ait idi?

Elindeki dalı yerdeki kuru toprağa daldırıp çıkaran, soluk sesleri adım seslerini bastıran genç bir adam çıkıverdi ağaçların arasından. Dereceli gözlüğünün altından etrafına bakındıktan sonra sırtındaki büyük çantayı gümbürtüyle toprağa attı.

Çantasının içinden çadır malzemelerini çıkartmaya başladı. Hayır, hiç kaval namına bir şey yoktu elinde. Peki o teranenin sahibi kim idi?
Daha uzaklarda bir kısılıp bir yükselmekteydi terane.

Yüksekçe bir tepenin başında bağdaş kurup oturmuştu. Haki yeşili elbisesiyle adeta doğayla bir olmuştu. Başını örten toz pembe şalının etekleri nağmelere eş zamanlı olarak havalanıyor sonra duruluyordu.

Sahi kimdi bu kadın? Genç miydi? Karanlıktan çehresi seçilmiyordu. Lâkin mühim olan çehre olmamalı, yaralı bir yüreğin nağmeleri yeterdi. Daha fazla sorgulamamalı. Küçük burnuna çarpan duman kokusu dikkâtini dağıtmaya yetti.

Kavalı dudaklarından ayırıp yerden kalktı. Uzağında bir yerde kıvılcımlar parıldamaktaydı. Bugünlük huzurunun kaçtığının farkındaydı. Yavaşça ağaçların arasına dalıp gözden kayboluverdi.

Kamp ateşinde pişen kahvenin kokusu genç adamın yalnızlığını bastırmaya yetti. Cezvede öylesine köpürmüştü ki kaynamadan kapattı. Kahvenin köpüğüne kıyamadı, birazcık daha kaynayıverse sanki hepsi gidecekmiş gibi.

Artık kupasından kahvesini yudumlayarak yol boyunca çektiği resimlerini inceleyebilirdi. Fotoğraf makinesinde gündüz gözüyle çektiği resimlere uzun uzun baktı. Heybetli ağaçlardan, yeni yetme çiçeklerden başka hiçbir şey yoktu.

Renkli bir kuşa bile rast gelemeyişine sitem ediyordu. Onlarca güzel resim. Nasıl olur da doğa kendini bu -yirmi yedi yaşındaki- toy oğlana beğendirmez!

Acı telve ağzına dolunca kahve keyfinin nihayetine geldiğini anladı. Makinesini boynuna asarak keşfe çıkmaya karar verdi. Yıldızları çekmek istedi. Işıltıları insanı mest ediyor, huzurun kaynağında hissettiriyordu. Bakışlarını gökten ayıramadı.

Koyu maviliği esir almış bir siyah tabaka seriliydi semada. Tabakanın altına ise renkli simler serpilmiş idi. Genç adam daha yakından izlemek arzusuna kapıldı. Gözüne kestirdiği tepeye çıkmaya niyetleniverdi.

Boynunda makinesi elinde kuru dal ile besmele çekerek düştü yola. Hedefine ulaşabilmek için çeyrek saat yeterli olur sanmıştı. Oysa yanılmıştı. Yakın görünen her şeyin bir anda uzak olduğunu anladı. Tepeye ulaşabilmek için bir çeyrek saat daha yürüdü.

Nefes nefese nihayetinde tepeye vardı. Öylesine bir his kaplayıverdi ki adamın yüreğini sanki doğanın kalbi ruhu bulunduğu yerdeydi. Derin bir soluk aldı. Buradan yıldızlar daha yakın görünüyordu.

Lâkin hâlâ çok uzaktılar. Tepesinde uçuşan sineği savmak isterken az

📖 Uygulamada Oku
App Store Google Play