Derya Akel, 34 yaşında film ve belgesel yapımcısıdır. Bir gün, doğa manzarasının fotoğrafını çekmek için gittiği göl kenarında, derin olmayacağını düşündüğü suya atlar. Ancak işlerin beklediği gibi gitmemesiyle birlikte, suyun derinliği hayatını tamamen değiştirir. Tam o sırada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde uzun yıllar görev yapmış, farklı birimlerde deneyim kazanmış ve şu anda bomba imha uzmanı olarak çalışan Binbaşı Bora Keskin tarafından kurtarılır.
Derya, Bora’nın çadırında ısınırken bir köşede duran günlüğü fark eder ve sayfalarını çevirmeye başlar. Günlük, Bora’nın sert görünüşünün ardındaki farklı hayat hikayesini ortaya çıkarır. Günlükte adı geçen kadın, hikayenin esas kızı Maria Varga kimdir? Şimdi nerede ve ne yapmaktadır?
Derya’nın merakı ve ilgisi büyürken, bu gizemli askere karşı hissettikleri nasıl bir yola evrilecektir?
1. Bölüm
Derya AKEL,
Yıllardır film ve belgesel sektöründe yapımcılık yapıyor, uzun ve kısa metrajlı filmlerle, sayısız ödül kazandığım belgesellerle yolumu çiziyordum. Fakat artık içimde bambaşka bir arayış vardı. Yeni bir konu, beni gerçekten sarsacak, çekim yaptıkça ruhumu doyuracak bir hikâye arıyordum. Bu kez ortaya koyacağım şey beni de tatmin etmeliydi.
Elime profesyonel kameramı aldığım gibi aracıma atladım ve doğanın kalbine, sessiz ve ıssız bir ormanın içine doğru sürdüm. Yolun kıvrıldığı bir noktada gözlerim büyüleyici bir manzaraya takıldı: sık ağaçların arasından parıldayan bir göl. Kalbim hızlanırken içimde tarifsiz bir his yükseldi; sanki o manzara bana “Beni kadrajına al” diye fısıldıyordu.
Arabamı yol kenarında durdurdum, kameramı omzuma astım ve gölün kenarına doğru yürüdüm. Gözümün beğendiği açıları tek tek denedim, deklanşöre bastıkça içimde huzur doldu. Yüzümde tatmin edici bir gülümseme belirirken, eylül güneşinin hâlâ sıcacık dokunuşu tenime değiyor, havadaki o yazdan kalma rehavet ruhuma siniyordu. Etrafta kimseler yoktu; bu yalnızlık bana tuhaf bir özgürlük verdi. O an, göle girme isteğim ağır bastı. Zaten su çok derin görünmüyordu… Birkaç kulaç atar, birkaç dalış yapar, sonra eve dönerdim.
Üzerimdeki elbiselerimi usulca çıkardım; etrafa şöyle bir göz gezdirip kimsenin olmadığından emin olduktan sonra sadece atletim ve baksırımla kaldım. Sonra hiç vakit kaybetmeden göle doğru birkaç adım attım, nefesimi tutup kendimi suya bıraktım.
Ama suya değer değmez keskin bir soğuk tenime çarptı; içime işleyen o serinlik bir anda bedenimi titretti. Havanın güneşli oluşuna aldanıp böyle düşüncesizce atladığım için o an kendime kızmadan edemedim.
Kulaçlarımı attıkça gölün sanıldığı kadar sığ olmadığını fark ettim; her metre beni daha derine çekiyor gibiydi. Soğuk su, iliklerime kadar işleyip bedenimi titretiyordu. Tam o sırada ayağıma giren keskin bir kramp, bütün dengemi altüst etti. Bir anda nefesim kesildi, kollarım çırpınmaya başladı. Boğulma korkusu zihnime değil, doğrudan damarlarıma yürüdü; acı ve panik bedenimde dolaşırken zaman sanki yavaşladı.
Suyun derinliklerine doğru çekilirken, hâlâ yüzeyde kalmayı başaran başımı kaldırdım ve bulanık bir şekilde ileride bir insan silueti seçtim. Boğazımdan kopan son umutla haykırdım:
“İmdat! Yardım edin!”
Sesim gölün sessizliğinde yankılanırken, su bir an bile duraksamadan beni aşağıya çekmeye devam etti. Soğuk karanlık bedenimi sararken, bilincim de yavaş yavaş o karanlığın derinliklerine sürüklenip gitti.
***
Üşümenin verdiği ürpertilerle gözlerim titreyerek aralandı. Karşımda, bulanık bir erkek silueti belirdi; göz kapaklarımı birkaç kez kırpıp görüntüyü netleştirmeye çalıştım. Başımı hafifçe kaldırıp doğrulduğumda, kumral saçlarıyla uzun boylu, iri yapılı, keskin hatlı bir yüzün bana baktığını seçebildim. O bakış, beklediğim gibi sıcak ya da merhametli değildi; aksine, soğuk ve mesafeli bir ifadeyle yüzüme takılı kaldı. Sonra tek kelime etmeden arkasını döndü ve içimde gözlerimi