“Gülperiii! Canım, acil yardım eder misin?” diye sesleniyordu Dilan’ın annesi, Zeliha Hanım.
Zeliha’nın sesi avluda yankılanırken, Gülperi hemen yerinden fırladı. Bu ses ona çocukluğundan beri tanıdıktı; çünkü Zeliha Hanım'ın ellerinde büyümüştü adeta. Birkaç yıl önce dedesi vefat edince, kalan mallara sahip çıkmak için babası Ferhat Bey, en yakın dostu Perihan Hanım’la birlikte Adana’dan Gaziantep’e göç etmişti. O günden beri oradaydılar. Ama ne Zeliha için Gülperi değişmişti ne de Gülperi için bu ev.
Dilan neyse, bu evde Gülperi de oydu. Zeliha Hanım’ın gözünde bir evlat, bir emanet gibiydi. İçinden hep şunu geçirirdi: “Düğün bir bitsin, sağ salim emanetini alıp anasına teslim edeceğim, ellerimle…”
Adana’nın ağustos sıcağı herkesi perişan etmişti. Güneş kavuruyor, gölgede bile terliyordu insan. Düğün telaşı, misafir ağırlığı, biriken işler derken evde nefes alacak zaman kalmamıştı.
Gülperi, avlunun öte ucundan nefes nefese yanına geldiğinde Zeliha Hanım hâlâ elindeki tepsiyi taşımaya uğraşıyordu.
“Offf… Çok sıcak, bunaldım vallahi. Nefes alamıyorum artık…” diye sızlandı Gülperi.
Sonra elini alnına koyup başını hafif yana eğerek güldü:
“Ahh be Zeliha teyzem… Neydi ki sizin bu derdiniz? Ağustos sıcağında düğün mü yapılır? Bilmiyor musunuz Adana’nın hali?”
Zeliha Hanım da gülümseyerek söylenmeye devam etti:“Bilmez miyim… Ama damat beklemezmiş kızım! Gençler acele etti… Biz de bu sıcakta koşturup dururuz işte…”
"Off offf" dedi Gülperi.“Kızım, söylenme artık… Oğlan evi durmadı ki, bilmiyon mu? Acele ediyorlar işte. Damat yurtdışına gidecekmiş, Dilani de yanında götürmek istiyor. Prosedür mü nedir… Bir şeyler varmış işte. Anlamam ben o işlerden, neyse o!”Zeliha Hanım söylenirken, Gülperi kendini tutamayıp güldü.
Aşirete kız veriliyordu nihayetinde… Ne derlerse kabul etmek zorundaydılar. Dilan, aşiret ağasının küçük kardeşiyle evleniyordu. Bir düğün ziyareti için gittikleri Diyarbakır’da tanışmışlardı. Göz göze geldikleri ilk an, her şeyi başlatmıştı. Dört yıldır Dilan’ın okulunun bitmesini beklemişler, şimdi ise dillere destan bir düğünle kavuşuyorlardı.
Kına gecesi Adana’da yapılacak, düğün içinse birkaç gün sonra Diyarbakır’a geçilecekti. Adet yerini bulmalıydı…
“İyi oldu madem… Yanarız hep beraber. Allah korusun, fenalaşmasak bari,” diye iç geçirdi Gülperi, alnındaki teri silerek.
Zeliha Hanım bir yandan tepsi taşıyor, bir yandan da oflayıp pufluyordu.“Gül güzeli kızım… Söylenmesen de dediğimi yapsan ha yavrum,” dedi yorgun sesiyle.
Gülperi, onun halini görünce bir şey diyemedi. O da anlamıştı artık: Zeliha Teyzesi bitkindi.
“Peki Zeliş’im, tamam. Söyle bakalım, ne istiyorsun benden?”
Zeliha Hanım tepsiyi mutfak tezgâhına bırakırken arkasına döndü:“Kızım… Damadın abisi gelmiş, yarınki kına için. Şimdi dışarda, erkeklerin orda oturuyormuş. Dediler ki ‘Ağa geldi.’ Hadi, ona bir kahve yapıver de götür. Kimseye güvenemem. Bizden biri götürsün, ayıp olur yoksa. Şöyle güzel, bol köpüklü yapıver, ağamıza yakışır.”
Sonra başını geriye yaslayıp elini başına götürdü.“Of… Kafam çatlıyor vallahi. Ben