PERA
Hayat, her şeye sahip olduğunuzda bile eksik bırakmanın bir yolunu bulurdu; bazen en sevdiğiniz şeyleri alır, yerine acı dolu bir boşluk bırakırdı. Küçük bir eksiklik de değil, kendini her an hatırlatan, varlığını sessizce sürdüren derin bir boşluk olurdu bu. Öyle bir boşluk ki sesi olmasa da yankısı duyulurdu; dokunulmazdı ama iliklerine kadar hissedilirdi.
Hayatımda çok önemli dönüm noktaları vardı. Yarıklar açan, içimdeki düzeni alt üst eden, bildiğim dünyanın zeminini sarsan anlar… Ve tuhaf olan şuydu: Bunların çoğu bir şekilde ölümle iş birliği içindeydi.
Önce Olcay Abi’nin boşluğu…
Hatırladığım her anı süsleyen bir prensti. Çocuk aklımla onun dünyasındaki bir yerin benim için ayrılmış olduğuna inanırdım. Küçükken onunla evlenmeyi hayal ettiğim bir dönem bile olmuştu; şaka gibi görünen ama içimde gerçek bir sıcaklık taşıyan bir hayaldi bu. Büyüdükçe, hayalim değişti. Artık onun gibi biriyle olmayı düşlüyordum; aynı güveni veren, aynı sıcaklıkla bakan, aynı huzuru taşıyan biriyle…
Ancak hayat, onu elimizden aldı. Zamansız, anlaşılmaz, kabul edilemez bir biçimdeydi. Onun yokluğu yüreğimde bir boşluk açtı; sadece bir eksiklik değil, onun olduğu tüm anıların farklı bir renge bürünerek anımsattığı bir kayıptı. Varlığına alışmak kolaydı, yokluğuna alışmak imkansızı istemekti. Bazı insanlar sadece bir isim olarak kaybolmaz, içimizde yankılanan bir ses olarak kalırdı. Olcay Abi’nin sesi hala hafızamda yankılanıyordu ve benim içimde, bizim için hep konuşmaya devam edecekti.
Sonra Musti’nin yokluğu…
"Geç buldum, çabuk kaybettim."Bu söz, hayatımdaki en acı gerçeklerden birinin imzasını taşıyordu. Musti gibi birini hayatınıza dahil etmek, bir insanın hayatta ikinci kez şans elde etmesi gibiydi. Bazı insanlar sadece bir dost olmazdı; onlar bir omuz, bir sırdaş, bir kaçış noktasıydı. Musti tam böyle bir adamdı.
Zamanın içinden süzülüp gelen, varlığıyla kök salan, eksikliğinde bile yankısını bırakacak kadar derin bir iz taşıyan biriydi. O, kelimelerin ötesinde bir bağlılıktı. Kalbimin en güvenli köşesine sessizce yerleşmişti. Çocukluğum dediğim adamı, gözüm kapalı bir şekilde emanet edebildiğim tek kişiydi.
Ve bir gün, şehitlik haberi geldi. Kelimenin tam anlamıyla bir yokluktu. Yokluk… Bir insanın varlığına alıştığınızda, o yokluğu anlamak daha da zorlaşırdı. Yokluk. Bir insanın varlığına alıştığınızda, o yokluğu anlamak daha da zorlaşırdı. Telefonuna bir mesaj atmanın artık imkânsız olması… Bir daha hiçbir cümlesini duyamayacak olmak… Ona ait her şeyin artık sadece geçmişe ait hale gelmesi…
Yerinin dolacağına inanmak mümkün değildi. Çünkü onun yerini dolduracak kişi, henüz anasının karnından bile doğmamıştı. Musti çok başkaydı. Arkadaştı. Dosttu. Kardeşti. Ailendendi ve yokluğu, hayatımızın geri dönülmez bir kırılma noktası olmuştu. Kırık