Uyandı İstanbul güzel bir ekim sabahı çığlıklar atarak! 1996 yılının kan kokan bir ekim günü, tüm şehir, Üsküdar semalarından yükselerek İstanbul’un bağrını deşen ezan sesleriyle uyandı. Güneş Boğaz’ı parçalar gibi doğdu o sabah. Gözü yaşlı, yaşlı keşişler gibi uyandı tüm insanlar, hüzünle kederin kesiştiği o kavşak noktasında ki, dünyada en çok kaza o kavşakta olurdu!
Bu büyük acı daha güneşin doğuşundan belliydi o sabah, okunan ezanların makamından belliydi, kayalıkları döven kudurmuş dalgalar anlatmaya yetiyordu her şeyi. Kimse bilmez aşk acısının ne olduğunu, nasıl kekre koktuğunu, nasıl bir anafor olup civanmert delikanlıları yuttuğunu; İstanbul’dan başka kimse bilmez! Ama gel gör ki, o da suskundur; konuşursa tüm sokakları sel basar…
Uyandı İstanbul yaşanmadan biten büyük bir aşkın acı dolu haykırışlarıyla! Uyandı Boğaz, uyandı İstanbul’un büyük oğlu Kadıköy, uyandı küçük kızı Üsküdar, uyandı Kızkulesi, uyandı meydanlar, insanlar, evler ve boyunları bir ihaneti yeniden yaşar gibi bükülen ağaçlar… Uyandı İstanbul çift müezzinin avaz avaz çığlıklarla okuduğu tek salayla…
İstanbul ki; ne acılara tanıklık etmiş bir şehirdir, yüzyıllardır hiç bu kadar büyük bir acı içinde uyanmamıştı. Ne zelzeleler görmüştü bu şehir, ne gemiler batmıştı Boğaz’ın serin sularının karanlık diplerine, ne ikiyüzellişerbinlik desteler halinde yıldızlar yağmıştı otuz üç yılda bir bu şehrin karanlık semalarına, ne cengâver komutanlar kıyasıya çarpışmıştı eşsiz güzelliğine sahip olup bu şehri köleleri etmek için, ne yüzer kiloluk yekpare gülleler gül eller gibi düşmüştü sur diplerine; yine de bu kadar acımamıştı hiç
İstanbul’un canı, yine de bir kez olsun böyle avaz avaz bir çığlıkla uyanmamıştı…
İstanbul, yağız bir delikanlı olan Anadolu’nun sarışın ve asil bir prenses olan Avrupa’dan doğma kızıdır. O İstanbul ki, antik çağlardan beri aşklara, ihanetlere, entrikalara, şairlere ve dünyanın en şiddetli, en acımasız savaşlarına tanıklık eder; herkes onu uykuda sanır, ama o herkesi izler. Bir annenin yavrusunu durmadan izlediği gibi izler tüm insanları; herkes onu cansız sanır, oysa üstüne yuva kuran tüm insanların canlarını toplasan bir köşesi bile etmez ruhunun.
Evet elleri yoktur, ayakları yoktur onun; sakattır! Suskundur ama dilsiz de değildir; susuyorsa insanları çocukları kadar sevdiğindendir, yoksa bir bağırırsa yırtılır Boğaz’ı, tüm gemileri bir anda yutuverir! İstese İstanbul, tüm evleri bir anda yıkar, devirir tüm ağaçları, yutar Karadeniz’i, içer, bitirir Ege’yi. İstanbul bir kızdı mı, unutur kızlığını, dişiliğinden sıyrılıp cengâver bir savaşçı olur, saldırır.
İstanbul, Osmanlı’ya Bizans’tan mirastır! O durmadan üzerinde yaşayan tüm insanları izler, hepsini dinler. Geceleri soğuktur; her gece tüm âşıkların evlerinde yangın çıkartır ciğerlerinde bir mücevher gibi taşıdığı hüzün.
Burada anlatılacak olan hikâye hiç anlatılmamış, hiç yaşanmamıştır daha! Yaşansa ilk İstanbul duyardı; çünkü tüm