Yarın Neler Olacak?
Geleceği anlatan bir kitap yazmak, bazen cüretkârlık, bazen kâhinlik hatta diğerlerinin özgür seçim hakkını hiçe saymak anlamına gelebilir. Böyle bir kitap okurlara der ki: “Bundan yüzyıl sonra şunlar bunlar olacak.”
Dürüst olalım, geleceği ne denli kestirebiliriz ki? Hangi teknolojinin öne geçeceğini, küresel iklim krizinin şehirleri ne hâle getireceğini, günlük konuşma dilinde nelerin değişeceğini, savaşlarla ülkelerin nasıl parçalanacağını, birleşeceğini, yapay zekânın veya robotların öngörülenlerin dışında neler yapacağını gerçekten bilebilir miyiz?
Düşünün ki sizinle 1800’lü yıllarda bir İstanbul yalısında oturmuş, Boğaz’ı seyrederek kahvelerimizi yudumlayıp sohbet ediyoruz. Yanımıza zamanın aydınları geliyor. Gelecekten gelen bizlere sorular soruyorlar. Onlara neleri açıklamak zorunda kalırdık? İmparatorlukların nasıl olup da ülkelere bölüneceğini, havada sesten hızlı gidecek uçakları, evreni, cebimizdeki fotoğraf çeken ve her soruya yanıt verip eğlendiren akıllı telefonları, sosyal ağları, kadınların günlük hayata nasıl katılacağını vs. anlatmaya çalışacaktık. “Lingua franca” kabul edilen Fransızca yerine, İngilizcenin hatta İspanyolcanın dünya çapında daha fazla yaygınlaşacağını söylememiz bile inanılmaz veya saçma gelecekti. Hele ki pantolon giyen kadınlar, onlar için nasıl şaşırtıcı olacaktı?
II. Dünya Savaşı’nı anlatırken hangimiz binlerce insanı bir anda küle çeviren atom bombası Little Boy’u tarif etmeyi başarabilecektik? Bütün dünya savaşa girerken, neredeyse her büyük savaşta yer alan ülkemizin nasıl olup da dışarıda kalmayı başardığını. Kendi günlük hayatımızda işimizi, yaşadıklarımızı anlatmak için bütün dünyanın iki yüzyılda geçireceği tüm değişimi anlatmamız gerekir miydi?
Bu roman, bir kadının, aslında onun belkemiği olduğu olaylar akışında bir grup insanın başından geçenleri anlatıyor. Olaylar gelecekte geçtiği için bazı buluşlar, yerler, gelişmiş teknolojiler elbette hikâye içinde var ama kitabın odağı bu değil. Kahramanın cep telefonuyla, beynindeki çiple ne konuştuğunu anlatmak hikâye anlatıcısının görevi; telefonun, çipin teknik detaylarını anlatmaksa değil. Zaten gelecekteki icatlar tüm detayıyla yazılabilse yazarlar yazmalarının yanı sıra bu icatların patentini alıp hemen üretime başlayabilirdi. Jules Verne’in Nautilus denizaltısını veya ay roketini imal etmeye kalkmayıp bu işleri yapmayı bilime ve mühendisliğe bırakmış olması en akıllıca çözümdü.
İstanbul, 2100 yılına, yeni bir yüzyıl dönümüne yaklaşırken büyük bir değişimin insanlığa ulaşmasının öyküsünü deneyimleyeceksiniz: Robot ve yapay zekâ ile yoğrulmuş, artırılmış çağdan bir sonraki çağa.
Üzerinde durulması gereken önemli bir durum daha var. Sokakta azarlanmamak, sosyal medyada daha kitap okunmadan iki cümleye bakıp linç edilmemek için bu açıklama da gerekli. Yine de işe yaramayabilir ama deneyelim.
Bu kitapta dini inancı, siyasi fikirleri birbirine zıt düşüncede hatta bazı değerlere çok saygısız olan insanların hayatları da var. Tekrar edelim; çok uç kişilikli karakterler var. Onların kitapta