Rüzgâr, Narvalis’in sınırlarına doğru esiyordu. Taşlarla örülü duvarların arasından çölün soğuk nefesi sızıyor, gecenin keskin kokusunu şehre yayıyordu. Gökyüzü, koyu bir mürekkep gibi ufku yutmuştu. Sokaklar sessizlikle doluydu, ama o sessizlik bile yalan söylüyordu. Taşların altında binlerce sır, duvar diplerinde gömülmemiş öfke vardı. Kimse duymuyor gibiydi, ama şehrin kendisi fısıldıyordu: Bir şeyler değişecek… Kan, asla gömülmeyecek.
✠ ☽ ✠
Taşlı yolda ağır adımlarla ilerleyen bir gölge, karanlığın içinde neredeyse görünmez olmuştu. Adımları yavaş, ölçülü, fakat içinde bastıramadığı bir huzursuzluk vardı. Gözleri, şehirde dolaşan kırmızı lambalara takılıyordu; her ışık, bir hikâye saklıyordu.
✠ ☽ ✠
Üzerinde pelerini olan bir figür yürüyordu. Pelerin, yalnızca soğuğu değil, gizlenmesi gereken bir geçmişi de örter gibiydi. Kimdi, neyi arıyordu, bilmiyorduk. Tek bildiğimiz, gecenin sesini dinleyen o gözlerdi.
✠ ☽ ✠
Derken, uzaklardan bir bağırış sessizliği yırttı. Taşların arasında yankılanan ses, ölümün ve ihanetin kokusunu taşıyordu.
✠ ☽ ✠
Şehirden birkaç blok ötede, terk edilmiş bir meydanda bir grup insan toplanmıştı. Kim oldukları, niyetleri belirsizdi; ama ellerindeki silahlar, yüzlerindeki soğuk bakışlar, gelecekte yaşanacak kaosun habercisiydi. Aralarından biri diz çöküp yerdeki toprakla oynadı. Parmaklarının arasından kayan kum taneleri, bir zamanlar yaşanmış ama asla unutulmamış savaşların hatırası gibiydi.
✠ ☽ ✠
Birden, uzaklardan gelen metalin birbirine çarpma sesi, gecenin sessizliğini deldi. Gölge durdu, kulak kesildi. O sesle birlikte, sanki şehir de nefesini tuttu. Ve ilk defa fark ettik ki bu gece, hiçbir şey gömülmemişti; her şey gün yüzüne çıkacaktı.
✠ ☽ ✠
Rüzgâr, peleriniyle dans eden figürün yüzünü açığa çıkardı. Ay ışığı altında silik bir yüz belirdi: Serin Valka. Gözleri keskin, bakışı ise hesaplıydı. Yılların verdiği sertlik ve kayıpların gölgesi yüzünde saklıydı. Adımlarını dikkatle attı; taş döşeli yollardan ilerlerken şehirdeki sessizliği dinledi.
✠ ☽ ✠
Meydandaki grup, Serin’in varlığını fark etmiş gibiydi. Aralarından uzun boylu, suratı yara izleriyle kaplı bir adam öne çıktı. Adı Draven Solis idi; her hareketi bir tehdit, her bakışı bir hesaplaşma gibi. Ellerindeki kısa kılıçlar ay ışığında parıldıyordu.
— “Sen de mi geldin, Serin?”
dedi Draven, sesi soğuk ve keskin.
— “Gece seninle doluymuş gibi.”
Serin hafifçe başını salladı, sessizce adımlarını yavaşlattı.
— “Şehir sessiz değil, Draven… Sadece sen duymak istemiyorsun.”
Draven bir adım öne çıktı, parmaklarını kılıçlarının kabzasına doladı.
— “Duymak istemediğim bir şey yok… Sadece görmek istemediğim çok şey var.”
✠ ☽ ✠
O sırada meydanın köşesinde bir başka figür belirdi. Siyah pelerininin altından yalnızca gözleri görünüyordu. Lyra Miresh, fısıltıyla konuşuyordu; sesi rüzgârla karışıyordu:
— “Kan hiç gömülmez… Draven, Serin… Hatırlayın. Her şey unutulmamış.”
Draven ve Serin birbirine baktı. Lyra’nın sözleri bir işaret gibi sessizliği delmişti. O an üçü de fark etti ki, bu gece sadece bir