İstanbul’un tam olarak neresinde olduğu Ada için bile muallaktı. “Merkezî” denmişti emlak sitesinde. Eğer merkezin tanımı, “her yere eşit uzaklıkta olmak”sa, evet kesinlikle merkezîydi. Ama ne bir deniz, ne bir park, ne de bir üçüncü dalga kahveci… Sadece gri binalar, azıcık gökyüzü ve bolca korna sesi.
Ada, apartmanın 4. katında yaşıyordu. 7 katlı, asansörü haftada bir mutlaka bozulan, ama aidatı memur maaşına göre ayarlanmamış bir apartman. İsmine gelirsek “Yakamoz Apartmanı”. Yakamoz’ la uzaktan yakından alakası olmayan, ama apartmanın girişindeki ışıklı tabelada romantizm taklidi yapan iki neon balık figürüyle tamamlanan bir yanılsama.
Kendisi yirmi sekiz yaşındaydı. Reklam ajansında metin yazarıydı, ama annesi hâlâ onun “dergiye yazılar yazdığını” zannediyordu. Ne yazdığını soranlara “şey… dijital işler” diyordu. İşteydi, ama olmayan bir işmiş gibi görünüyordu. Uzaktan çalıştığı için sabahları ofis giyinme derdi yoktu, bu da pofuduk ayıcıklı pijamalarla geçirilen mesailerin kapısını açmıştı. Belki de bu yüzden apartman ahalisi onu “pijamalı kız” olarak tanıyordu.
Ada’nın günleri basit ritüellerle başlardı:
Sosyal olarak çok aktif biri değildi. Ama yalnız da sayılmazdı. Bir kaç arkadaşı vardı hatta apartmanda bile tanıdıkları vardı. Özellikle üst komşusu Ela’yla mutfaktan mutfağa yapılan kahve paslaşmaları meşhurdu.