 
				Fırından aldığı sıcacık ekmeklerle eve doğru yürüyordu Seda. Yağmur yeni dinmişti; asfalt hâlâ ıslaktı, havada toprak kokusu geziniyordu. Soğuktan ağzından çıkan buhar gözlüklerine çarpıp buğulanınca önünü göremez oldu. Derin bir nefes aldı, yol kenarındaki banka yaklaştı. Çantasını karıştırıp küçük gözlük bezini çıkardı, özenle camları sildi. Her şey yolundaydı… şu anlık😁
Eve vardığında mutfaktan gelen mis gibi kahvaltı kokuları onu karşıladı. Annesi Kübra Hanım masayı çoktan hazırlamıştı; taze zeytin, peynir, domates, sıcacık çay… Salon tarafından televizyon sesleri geliyordu. Babası Cevdet Bey, her zamanki gibi elinde kumanda kanalları geziyordu.
“Cevdet, kahvaltı hazır!” diye seslendi annesi.
Cevdet Bey homurdansa da kumandayı kenara bırakıp televizyonu kapattı. Mutfağa doğru ağır adımlarla yürüdü.
Seda’nın yaşadığı ev iki katlıydı. Üst katta abisi Sedat, yengesi İkbal ve üç yaşındaki minik yeğeni Sena kalıyordu. Küçük kız her sabah kahvaltıya koşa koşa iner, herkesi öpmeden yerine oturmazdı. O gün de aynısı oldu.
Ailecek neşeyle kahvaltı ettiler. Kahkahalar, çay bardaklarının şıngırtısına karıştı. O an Seda içinden “Hayat hep böyle kalsa” diye geçirdi.
Ama kalmadı.
Seda'nın kendi işlettiği pastanesi vardı,
Seda pastanesine vardığında çalışanlarının yüzünde kendisininki kadar büyük bir heyecan vardı. O büyük siparişi yetiştirmek için günlerdir canla başla çalışıyorlardı. Eğer bu işi başarıyla teslim ederse, aldığı parayla dükkanın tapusunu alacak, Tamam artık kira vermek zorunda kalmayacaktı, hayalini kurduğu “kendi pastanesine sahip olma” hayali gerçek olacaktı. Tam on beş çalışanı vardı ve hepsi Seda’ya ölümüne bağlıydı.
Ve başardılar.
Sipariş teslim edildi, alkışlarla uğurlandı. O gece herkes pastanede kutlama yaptı. Seda eve dönerken “Bu hayatımın dönüm noktası” diye düşündü.
Ama ertesi gün her şey kabusa döndü.
İlk önce beş kişi, sonra on, ardından onlarca kişi aynı şikayetle hastaneye kaldırıldı: Zehirlenme. Yapılan açıklama tek bir cümlede bütün emeğini yıktı:
“Pastadan zehirlendikleri tespit edildi.”
Siparişi veren aile medya önünde Seda’ya savaş açtı. Davalar, tazminatlar…
Cevdet Bey, kızının çaresizliğine daha fazla dayanamadı. Önceden kalp hastasıydı zaten. Bir gece fenalaştı, hastaneye kaldırıldı. Çok şükür kurtuldu ama Seda’nın içi paramparça olmuştu. Hem ailesine yük olmuştu, hem emeği heba olmuştu, hem de adı lekelenmişti.
Çaldığı bütün kapılar yüzüne kapandı. Bankalar kredi vermedi. Arkadaşları telefonlarına çıkmamaya başladı. Pastanenin önünden geçmeye bile utanır olmuştu.
Mahkemeye yalnızca 15 gün kalmıştı.
Bir akşam annesi Kübra Hanım ile mutfakta sessizce çay içerlerken kapı çaldı.
Kübra Hanım kapıya gitti. Seda mutfak kapısından uzanıp geleni görmeye çalışırken annesi yanında tanımadığı şık bir kadınla birlikte içeri girdi.
"Bize dava açan hanımefendiymiş…” dedi annesi kısık ama şaşkın bir sesle.
Kadın ağır adımlarla mutfaktaki sandalyeye oturup Seda’ya baktı.
“Merhaba. Ben Nesrin Dağıstanlı.”
Seda’nın boğazı düğümlendi. Bu ismi herkes bilirdi. Ülkenin en büyük holdinglerinden birinin sahibiydi. Kadın hiç vakit kaybetmeden konuya girdi:
“Bütün davalarımı