Aniden bir patlama sesi yankılandı. Emir Kaan mevziye girmeye çalışırken toprak büyük bir gürültüyle havalanıp yağmur gibi üstüne döküldü. Kulaklarında keskin bir çınlama çınladı, ciğerlerine dolan dumandan boğulur gibi öksürmeye başladı.
Telsizden peş peşe anonslar geldi.
"Komutanım! Emir Kaan’ın bölgesi vuruldu! Tekrar ediyorum, Emir’in bölgesi az önce vuruldu!"
Baran’ın sesi çatallıydı ama netti. Anonsu duyan Üsteğmen Alparslan’ın yüzü anında gerildi. Gözleri bir an dondu kaldı, sonra hızla toparlandı. Bir yandan ateş ederken, diğer yandan telsize seslendi:
"Tansu, Göktürk! Emir’in bölgesine en yakın sizsiniz! Durum nedir?!"
Tansu siperden cevap verdi:
"Görüş olumsuz komutanım! Aşırı duman ve toz var!"
"Göktürk, sen ne durumdasın?! Emir, Göktürk, cevap verin!"
Ama ne Emir Kaan ne de Göktürk ses verecek haldeydi. İkisi de dumandan öksürüyor, nefes almaya çalışıyordu. Göz gözü görmeyen ortamda, ciğerleri yanarken kelimeler boğazlarında düğümlenmişti.
"Kim kaldı o bölgeye yakın?! Baran, görüş bildir!" diye çıkıştı Alparslan.
Keskin nişancı Baran dürbününü hizalarken gözlerini kısmıştı. Tetiğe sarılırken bölgeyi tarıyordu. Tam o sırada İsmail’in panik dolu sesi yankılandı:
"Yiğit Alper! O mevziden hemen çık! Roketatar var! Geri çekil!"
"Baran! İndir şunları artık!" dedi, Alparslan sabrının tükendiğini belirterek...
"Hedef indirildi." dedi Baran sakin ama keskin bir tonda.
Hafif bir rüzgar dumanı dağıtmaya başlamıştı. Sanki çatışmanın ortasında değil de bir anlığına zamandan kopmuş gibiydiler. Sessizlik, sadece çatışmanın uğultusu altında kıpırtısız bir boşluk gibi çökmüştü.
O anda, dumanın içinden bir el kalktı. Parmaklar yavaşça sallandı.
"Göktürk bu! Sağlar!" dedi Tansu, yüreğine yeniden kan yürür gibi.
Hemen ardından boğuk ama tanıdık bir öksürük sesi duyuldu.
"Emir! Bu Emir’in sesi!" dedi Tansu, gözlerini ayırmadan.
Emir Kaan kaskını hafifçe ittirip başını toprak üstüne kaldırdı. Solgun ama inatçıydı bakışları.
"Toprak doldu ciğerime... Ama ölmedik Komutanım," dedi telsizden, yarı öksürerek.
Üsteğmen Alparslan o an derin bir nefes aldı. Gözleri nemlenmişti ama bunu kimse görmedi. Sesini toparlayıp anons etti:
"Göktürk, Emir Kaan, yerinizde kalın. Tıbbi destek birazdan ulaşacak. Diğerleri, mevzileri bırakmayın, alanı temizlememiz gerek!"
Emir Kaan yarı doğrulmuştu. Göktürk yanına sürünerek yaklaştı, hala boğazını tutuyordu ama gülümsüyordu.
"Seni kurtaralım derken biz de göçüp gidecektik az daha."
Emir Kaan soluk soluğa güldü:
"Göçmen kızı mısın oğlum sen, bizsiz nereye?!"
Tam o sırada, Emirhan onların önüne doğru bir siperden kendini attı. Ter içinde, nefes nefese kalmıştı.
"Ellerim yanmaya başladı artık sizi kurtaralım diye, be Emir Kaan!" dedi ve gülerek yere kapaklandı.
Göktürk hafifçe başını kaldırdı:
"Bir gün de mevziye girerken havai fişek olmasın, mümkün mü acaba?"
Tüm bu çatışmanın ortasında, ölümle burun burunayken bile bir kahkaha yükseldi aralarından. Yorgun, tozlu ama canlıydılar.
Ve bir süreliğine, bu yetti.
Emirhan tekrar siper aldı, gözleri hızla etrafı tarıyordu. Silah sesleri yeniden yükseldi. Tansu, az ilerdeki taş yığınının arkasından atış yapıyor, keskin nişancı Baran ise