🚲
Bölüm 1
Saate baktığımda uçmuş olan yelkovanı ve akrebi görünce, çayımı hızla kafama dikip ceketimi giydim.
“Geç kaldım, geç kaldım,” diye söylenirken botlarımı aceleyle ayağıma giydirip çantamı da sırtıma alıp merdivenleri hızla indim. Binaya giren nakliyecilerle çarpışmamla birlikte,
“Pardon, çok özür dilerim, geç kaldım da ben!” diyerek hızla bahçeye yönelip bisikletime atladım.
Pedallara asılırken koluma baktım; yelkovan adeta benimle alay eder gibi ilerliyordu.
“Lanet olsun, gerçekten geç kalıyorum!” diyerek bacaklarımı daha hızlı hareket ettirdim. Ama felaket yine ben geliyorum demişti…
Önüme çıkan araçla neye uğradığımı şaşırırken; kalbim bir anda göğsümde deli gibi atmaya başladı. Frenlere asılsam dahi artık durmam için çok geçti. Çarpışmanın etkisiyle bedenimin havalanması bir olurken sırtım aracın kaputuyla buluştu. Acıyla çıkan seslerim ve inlemelerimin arkasına yaşadığım şok ile de yüreğim dilime vurmuştu.
Ağzımdan istemsiz bir küfür çıktı. Doğrulmaya çalışırken omzumdaki sızı bir anlığına nefesimi kesti. Tam kalkabilecekken biri elimi tuttu:
“Çok özür dilerim, siz birden karşıma çıkınca ben de duramadım. Lütfen kalkmayın.”
“Ya bırak ya… Bisiklet yoluna araçla dalmak nedir be?” dedim, sesim titriyordu, gözlerim doluyordu. Ağlamamak için kendimi toparlamaya çalışırken omzuma giren ağrıyla yeniden inledim.
“Gerçekten özür dilerim, Hanımefendi. Yeni geldim buraya… Konum hatası,” dedi karşımdaki, sesi samimiydi oldukça ama bu şuan benim takılacağım en son şey bile değildi.
“Off…” dedim, acıyla doğrulup derin bir nefes aldım. Kalbim hâlâ deli gibi çarpıyor, sanki hem korku hem öfke hem de utanç bir arada dolaşıyordu içimde.
“Ambulans aramama gerek var mı, iyi misiniz?” dedi yanımda ki sırık adam, endişeli bir sesle.
“Zahmet olacak! Yarım saattir kaputun üstünde yatarken aramamanız zaten kabahat,” dedim, adama sinirle bakarak.
“Gerçekten özür dilerim…”
“Özür dilemek dışında bir şey yapar mısınız artık?! Ölüyorum burada! İşe de geç kaldım… kesin kovulacağım bu defa ya!” dedim, sesi çatallandı; gözyaşlarımı artık tutamıyordum. O iş… tek umudumdu. Hayallerim içindi.
Adam telefonuyla birilerini ararken ben gözlerimi yerdeki bisikletime çevirdim.
“Hiih… yaa… emektarım gitmiş…” dedim hıçkırarak.
Ağlamam iyice artarken adam çaresizce bana baktı; yüzünde pişmanlığın binbir tonu vardı.
“Özür dilerim… böyle olmasını istemedim. Zararınızı ben karşılarım, gerçekten.”
“Emektar…” dedim, dizlerimin üzerine çöküp yamulmuş gidonuna dokunarak.
“Ne oldu sana böyle ya…”
“Zararın maliyetini ben karşılarım,” dedi adam, hâlâ mahcup ve telaşlı.
“Polis çağır! Bana baba yadigârımı pert ettin!” dedim, gözlerim dolmuş, sesim titriyordu.
“Abartmayın, ambulansa da gerek yok. Ayrıca bu kadar laf ettiğinize göre iyisiniz anlaşılan,” dedi adam sakin bir tonda.
“Değil beyefendi! Az önce benim emeklerimi ezdiniz!”
“Bakın, çok önemli bir yere yetişmem gerekiyordu. Konum arızalı çıkınca siz de bir anda önüme çıktınız,” diye savundu kendini.
Emektar'a, bisikletime, bakarken içimde tarifsiz bir acı belirdi.
“Emektar gitti…” dedim kısık bir sesle,