17 yıl önce...
"Reşit Ağa! Ağa'm! Üsteğmen Arif geldi, sizinle konuşması gereken önemli bir şey varmış," dedi Hasan, sesi endişeyle titriyordu.
Reşit Ağa yataktan doğruldu, saate baktı. Gece üçtü. Bu saatte ne işi olabilirdi üsteğmenin? Kötü bir haber alacakmış gibi bir his çöktü içine.
"Tamam, Hasan, hemen geliyorum," dedi. Ne olduğunu anlamamıştı ama içi sıkılmıştı.
Dilber Hanım, kocasının telaşını fark edip ürperdi. "Hayır olsun Ağa'm, gece gece bir şey olmasın," diyerek aceleyle giyinmeye başladı.
Aşağı inmeye hazırlanırken birden Mihra'nın ağlama sesini duydu. İçinde bir sızı belirdi, geri dönüp yavrusunu kucağına aldı. Minik kız hâlâ hıçkırıyordu. Onu sakinleştirerek merdivenlerden inmeye başladı.
Kapının önünde, ay ışığının aydınlattığı avluda, üsteğmen dimdik duruyordu. Reşit Ağa ona yaklaşırken içindeki sıkıntı daha da arttı.
"Hayır olsun, Teğmen'im? Gece gece ne işin var bizim konakta?" diye sordu, elini uzatıp selam verdi.
Üsteğmen selamı aldı, elini sıktı, ama gözlerinde bir gölge vardı.
"Reşit Ağa..." dedi, sesi karanlık bir haberin habercisiydi. "Abin ve yengen... Mardin girişinde zincirleme bir kazaya karışmışlar."
Reşit Ağa'nın yüreği sıkıştı. "Neredeler peki? İyiler mi?" diye art arda sordu.
Üsteğmenin gözleri kederle doldu. "Başın sağ olsun, Reşit Ağa. İkisi de hastaneye varamadan hayatlarını kaybetti..."
Bir an için dünya sessizleşti. Zaman durdu. Dilber Hanım, kucağındaki Mihra'ya baktı ve gözyaşları yanaklarından süzüldü. Reşit Ağa ise zor duruyordu ayakta. Bir kara gece, bir yavruyu annesiz, babasız bırakmıştı. Bir kaza, iki canı alıp götürmüştü.
Daha "anne" diyemeden, annesinin kokusundan mahrum kalmıştı küçük kız... Babasının güçlü kollarına sığınamadan büyüyecekti. Anne ve babası olmayan bir çocuk, kanatsız bir kuştan farksızdı.
Üç yaşına yeni basmış Mihra... Artık ne annesinin mis kokulu meleği, ne de babasının prensesi olacaktı.
O, amcası ve yengesinin emaneti, serçeleri olacaktı.
_________
GÜNÜMÜZ
“Mihra! Nerdesin yavrum?” diye seslendi Dilber Hanım.
“Geldim, yenge! Bir şey mi istedin?” dedi Mihra, merdivenleri koşar adım inerken.
Dilber Hanım gülümseyerek, “Zarife sana yine görücü bulmuş,” dedi.
“Of, yenge ya! Yine mi? Zarife abla, beni evlendirmeden rahat etmeyecek,” diyerek omuz silkti Mihra. Zarife, her gün yeni bir görücüyle kapısına dayanır olmuştu.
Oysa Mihra’nın yüreği, iki yıl önce gördüğü bir çift gözde kalmıştı. O gözleri bir daha hiç görmemişti ama onların namını, asaletini dinleyerek büyütmüştü içindeki aşkı. O bir çift kara göze esirdi.
Dilber Hanım, Mihra’nın yüzündeki sıkıntıyı görüp güldü. “Haklısın kızım, biz bile bu kadar düşünmüyoruz,” dedi. Ki gerçekten de öyleydi. Yirmisine yeni giren yeğenlerini evlendirme derdinde değillerdi.
Mihra, konuyu değiştirmek istercesine, “Yenge, abim ne zaman gelecek? İşleri bitmiştir, değil mi?” diye sordu.
Adar Saruhan… Dilber Hanım ve Reşit Ağa’nın tek evladıydı. Mihra için de sadece bir abi değil, aynı zamanda en büyük dayanağıydı.
“Akşama doğru gelir kızım, öyle söyledi,” dedi Dilber